Rüzgâr, dağlar arasında süzülen görünmez bir yolcudur. Fısıltısıyla taşları sarsar, ağaçlara sırlar fısıldar. Yörükler içinse rüzgâr yalnızca doğa olayı değil, geçmişin, ataların ve unutulmuş anıların taşıyıcısıdır. “Yörük Rüzgârında Taşınan Hatıralar” ifadesi, göçebe kültürün hafızasını, doğayla kurduğu ilişkide sembolleştiren şiirsel bir çağrıdır.
Yörüklerin yaşamı göçle şekillenir; dağlar, yaylalar, ovalar ve vadiler birer konaklama değil, yaşanmışlık mekânlarıdır. Her göç, yalnızca bir yer değiştirme değil, geçmişle geleceği birbirine bağlayan bir hafıza köprüsüdür. Bu köprünün üzerindeki en güçlü taşıyıcı ise rüzgârdır. Çünkü rüzgâr, Yörük’ün ektiği sesi, söylediği türküyü, yaktığı ağıdı ve ettiği duayı başka diyarlara ulaştırır. O, zamanın kayıt cihazıdır.
Bir Yörük çadırında, rüzgârın uğultusu bir ninniye karışır; o ninni dededen toruna aktarılan kültürel kodları taşır. Her kelime, her melodi, her sessizlik bir hatıradır. Bu hatıralar rüzgârla birlikte çadır bezi gibi dalgalanır; kimisi sevdayı, kimisi vefayı, kimisi ise vatan toprağına duyulan aidiyeti taşır.
Yörük rüzgârı, yalnızca geçmişi değil, geleceği de şekillendirir. Zira bu rüzgârın yön verdiği hayat tarzı, tüketen değil koruyan, talan eden değil yaşatan bir medeniyet anlayışını içerir. Ormanı kesmeden göçen, suyu kirletmeden içen, dağı delmeden yol bulan bir bilgeliktir bu. Konu Bu nedenle, taşınan hatıralar sadece bireysel değil, toplumsal bir hafızanın da taşıyıcısıdır.
Modern zamanların betonlaşmış şehirlerinde unutulmuş bu rüzgâr, hâlâ Toroslar’da, Yunt Dağı’nda, Aladağlar’da, Beşparmak Dağlarında esmektedir. Ve bu rüzgârın sesi, bizi aslımıza, özümüze, köklerimize çağırmaktadır. Dinleyen kulaklara, göç yollarında yankılanan duaları, aşkları ve ağıtları taşımaktadır. Çünkü Yörük olmak, sadece bir yaşam biçimi değil, aynı zamanda bir hatıra biçimidir. Ve o hatıralar, rüzgârla taşınarak yaşayan bir mirasa dönüşür.
Yorumlar (0)