GÖNÜLSÜZ YENEN AŞ
gerekeni yapmadan hiç yalnız hayal kurmakla varamayız hiçbir yere akıntıya kürek çekip durmakla. H.E. Yıllar yıllar önce bir akrabamın kız meslek lisesi mezunu genç kızı ailesinin ısrarıyla sevmediği bir gençle...
Irkçılıktan demokrasiye uzanan zorlu yol
Modern dünya tarihinin en karanlık sayfalarından birini oluşturan ırkçı Apartheid rejiminin tahakkümünden çıkarak, özgürlüğe ve eşitliğe giden yolu cesaretle yürüyen Güney Afrika, bir barış mucizesinin adı oldu.
Geçen haftalarda Kuzey İrlanda ve Filipinler-Moro barış süreçlerini analiz ettikten sonra, bu hafta dünyada barışın mümkün olduğuna dair en güçlü örneklerden birisi olan Güney Afrika deneyimine odaklanacağız.
Bu süreç, derin ayrılıkların ve acıların ortasında dahi, doğru liderlik, toplumsal uzlaşı, barışın dili ve kararlı adımlarla nasıl sürdürülebilir bir barışın inşa edilebileceğinin güçlü bir göstergesidir.
Güney Afrika’nın zorlu ama ilham verici yolculuğu, barışın sadece bir hayal değil, aynı zamanda kararlılıkla ulaşılabilecek somut bir gerçeklik olduğunu tüm dünyaya kanıtlayan bir hikâyedir.
Çatışmanın arka planını: Apartheid’ın karanlık mirası
Güney Afrika’nın yakın tarihi, Apartheid adı verilen ırkçı ayrımcılık politikasıyla şekillendi.
1948 yılında iktidara gelen Ulusal Parti (National Party-NP) tarafından resmileştirilen bu sistem beyaz azınlığın siyahi ve diğer beyaz olmayan gruplar üzerindeki egemenliğini tahkim etmeyi amaçlıyordu.
Apartheid kelime anlamıyla “ayrılık” anlamına gelir ve siyahi Afrikalıların vatandaşlık haklarından mahrum bırakılmasından, yaşam alanlarının kısıtlanmasına, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimlerinin engellenmesine kadar hayatın her alanında katı bir ayrımcılık uygulandı.
Siyah Güney Afrikalılar sadece oy hakkından değil, eğitim, sağlık, mülkiyet, seyahat gibi temel insan haklarından da mahrum bırakıldı, belirli bölgelerde yaşamak zorunda kaldılar.
Apartheid döneminde; 3,5 milyondan fazla siyahi insan zorla yerinden edildi; siyahların oy hakkı yoktu; beyazlar ulusal servetin yüzde 87’sine sahipti (toplumdaki oranları ise yüzde 14 civarındaydı) ve ırk ayrımı hukuki norm haline getirildi.
Apartheid’in uyguladığı şiddet ve baskı siyahi halkın direnişini de beraberinde getirdi.
Bütün bu ırkçı ayrımcı uygulamalara karşı gösterilen protestolar sık sık şiddetle bastırıldı.
1960 Sharpevilla katliamında 69 siyasi protestocu öldürülünce dünya kamuoyunun dikkatini çeken bir dönüm noktası oldu.
Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress-ANC) gibi örgütler barışçıl protestolarıyla başladıkları mücadelesini, hükümetin artan şiddetine karşı silahlı direnişe dönüştürmek zorunda kaldılar.
Sharpeville katliamı (1960) ve Soweto ayaklanması (1976) gibi olaylar Apartheid rejiminin zulmünü gözler önüne serdi ve uluslararası toplumun tepkisini çekti.
Binlerce insan hapse atıldı, işkence gördü ya da öldürüldü.
Bu dönem, Güney Afrika halkı için derin acılar ve travmalarla dolu bir miras bıraktı.
Artan uluslararası baskı, diplomatik ve ekonomik yaptırımlar sonucunda Apartheid rejimi geri adım atmak zorunda kaldı.
Barışın mimarı: Nelson Mandela ve direnişin simgesi
Nelson Mandela (1918-2013) Güney Afrika barış sürecinin en simgesel figürüdür.
Mandela, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) üyesi olarak gençliğinden itibaren ırkçılıkla mücadele ettiği.
Önce pasif direnişi savundu ancak devletin baskısı artıkça silahlı mücadeleye de başvurduğu.
Bu nedenle 1963’te tutuklandı, 1964’te ömür boyu hapis cezası aldı ve Robben adasında tam 27 yıl hapis yattı.
Mandela’nın hapishanedeki yılları sadece bir tutsaklık dönemi değil aynı zamanda onun liderlik yeteneklerini pekiştirdiği ve uluslararası bir sembole dönüştüğü bir süreçti.
Hapishaneden ayrımcılığa karşı mücadelesine devam eden Mandela, direnişin ve umudun simgesi haline geldi.
1990 yılında serbest bırakılmasıyla tüm dünya, Güney Afrika’da yeni bir dönemin başladığının tanığı oldu.
Mandela, intikam arayışına girmek yerine, ülkesini birleştirme ve barışı sağlama misyonu üstlendi.
Serbest bırakıldığında kinle değil, uzlaşıyla konuştu.
“Geçmişi affetmeden geleceğe yürüyemeyiz” diyerek barışın zeminini hazırladı.
Uzlaşmacı duruşu, çatıştığı tarafla bile diyalog kurma yeteneği ve karizmatik kişiliğiyle Güney Afrika’yı barışa götüren sürecin en önemli aktörü oldu.
1993 yılında Apartheid rejiminin son devlet başkanı F. W. de Klerk ile birlikte Nobel barış ödülüne layık görüldü.
1994’te Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanı seçilerek ülkesini barışçıl ve demokratik bir geleceğe taşıdı.
Barışın sessiz kahramanları: Diğer başat aktörler
Nelson Mandela’nın yanında, barış sürecinde birçok farklı aktör de yapıcı roller üstlenerek bu süreci başarıya ulaştırdı.
Bunlardan birkaçı şunlar:
Barış sürecinde rol alan uluslararası aktörler
Güney Afrika barış sürecinde uluslararası toplumun baskısı ve desteği hayati öneme sahipti.
Barış sürecinde sivil toplum kuruluşlarının rolü
Yerel ve uluslararası STK’lar Apartheide karşı mücadelede ve barış sürecinde hayati ve yapıcı roller üstlendiler.
Uluslararası Af Örgütü gibi uluslararası insan hakları örgütleri Apartheid rejiminin insan hakları ihlallerini belgeleyerek ve dünyaya duyurarak uluslararası baskının artmasına katkıda bulundular.
Yerel düzeydeki STK’lar da Apartheidin mağdurlarına destek sağladılar; ayrımcılığa karşı farkındalık oluşturdular ve halkın barış sürecine katılımını teşvik ettiler.
Güney Afrika’daki kiliseler ve diğer dini kuruluşlar da Apartheide karşı direnişin merkezlerinden biri oldular.
Desmond tutu gibi dini liderler ahlaki bir ses olarak Apartheide karşı çıkıp barışçıl değişimi ve dönüşümü savundular.
Barış süreci için kurulan mekanizmalar ve geliştirilen kampanyalar
Güney Afrika’daki barış süreci sadece liderlerin çabalarıyla değil, aynı zamanda halkın geniş katılımıyla ve sağlam mekanizmalarla barışa ulaşabildi.
Bu çerçevede çok sayıda kampanyalar ve mekanizmalar geliştirildi.
Bunlardan bazıları ve üstlendikleri roller incelendiğinde ülkemizde ve dünyanın başka bölgelerinde devam eden çatışmalı süreçlerin barışçıl çözümünde ilham kaynağı olabilecek türdendir.
Irkçılıkla mücadele eğitimin rolü
Apartheid sonrası Güney Afrika’da eğitim müfredatı ırkçılıkla mücadele, barış inşası, insan hakları kültürünün oluşması ve ulusal birliğin inşası açısından köklü değişikliklere uğradı.
BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına Dair Uluslararası Sözleşme’nin etkisi
Güney Afrika’daki Apartheid rejimi, BM’nin ırk ayrımcılığına karşı küresel mücadelesinin en belirgin örneklerinden biriydi.
Türkiye’nin de taraf olduğu BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına Dair Uluslararası Sözleşme, 1965 yılında kabul edildi ve ırk ayrımcılığını, ırkçı politikaları, ırkçı dernek ve partileri ve ırkçı uygulamaları yasaklayan ve devletleri bu tür ayrımcılıkla mücadele etmeye yükümlü kılan önemli bir uluslararası insan hakları anlaşmasıdır.
Güney Afrika Apartheid rejimi nedeniyle bu sözleşmeye taraf olmadı, ancak BM ve uluslararası toplum sözleşme ilkelerini rejime karşı mücadelede bir araç olarak kullandı.
Sözleşme Apartheid rejiminin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve insanlığa karşı bir suç teşkil ettiğini vurgulayarak Güney Afrika üzerindeki uluslararası baskıyı kurumsallaştırdı.
Apartheid’in sona ermesi ve demokratik bir Güney Afrika’nın kurulmasının ardından ülke bu sadece sözleşmeyi onaylamakla kalmadı, uluslararası ilişkilerinde ırk ayrımcılığına karşı etkin bir şekilde kullandı.
Sözleşmenin en güçlü savunucu ve uygulayıcı aktörlerinden biri haline geldi.
Barış sürecinde toplumsal entegrasyon faaliyetleri
Apartheid rejimi sonrası Güney Afrika’da geliştirilen siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal entegrasyon faaliyetleri hem geliştirilen inşacı çeşitliliği hem de etkin uygulanması ile karmaşık, çok boyutlu ve yapıcı bir süreci ortaya koydu.
Güney Afrika’daki entegrasyon süreci geçmişin derin izlerini silmek için hâlâ devam eden bir çabadır.
Ancak atılan adımlar ve gösterilen kararlılık ülkenin daha adil, demokratik, barışçıl ve eşit bir topluma doğru ilerlediğini göstermektedir.
Sonuç: Derslerle dolu bir süreç
Güney Afrika barış süreci tarihin en acımasız ırkçı rejimlerinden birinin nasıl yıkılabileceğinin ve yerinde demokratik, barışçıl ve çok kültürlü bir toplumun nasıl inşa edilebileceğinin somut bir örneğidir.
Bu zorlu yolculuk, adil yargılama ile bağışlamanın, öfkeyle değil umutla yürütülen müzakerelerin, bireylerin ve kurumların birlikte hareket edebileceğinin en güçlü göstergesidir.
Nelson Mandela’nın dediği gibi;
Barış sadece düşmanlarımızla değil, aynı zamanda korkularımızla da barışmakla mümkündür.
Güney Afrika’nın bu ilham verici hikayesi, çatışmalarla boğuşan diğer toplumlara, geçmişin yaralarını sarmak ve daha parlak bir gelecek inşa etmek için cesur adımlar atmaları gerektiğini hatırlatmaya ve yollarını aydınlatan güçlü bir ışık olmaya devam edecektir.
Bu süreç, barışın bir ütopya olmadığını, aksine insanlığın kolektif iradesiyle her zaman ulaşılabilecek bir hedef olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Yorumlar (0)