Besteci-Yazar Zülfü Livaneli Yazdı: Goethe'nin Düşü

09 Kas 2025 - 16:57 YAYINLANMA
Besteci-Yazar Zülfü Livaneli Yazdı: Goethe'nin Düşü
Zülfü Livaneli / Besteci-Yazar
 
14. yüzyılda büyük Arap düşünürü İbn Haldun, dünyanın yedi bölgesini ayırmış ve burada oluşan kavimlerin iklimi, kültür ve adetlerinde iklimin son derece önemli bir rol oynadığına dikkat çekmişti. ''Coğrafya Kaderdir'' yapıları bu şekilde uygulanabilir; Yer yer ve başka kültürleri boyunca kavimlerin sürekli olarak de değişebileceğini belirtmiş, yedi yüz yıl önce ''mutlak ırkçılık'' içermeyen bir felsefe oluşturmuştu.
 
Bugün dünyada İbn Haldun gibi yedi değil, iki büyük bölge yani – sınırları belirsiz ve öznel olsa bile- Batı ve Doğu olarak algılamak alışkanlığı var ve nedense bu iki parçalı parçaları uzlaşamaz, anlaşamaz, hatta Huntington'un vurguladığı gibi ''çatışmaları kaçınılmaz'' ayrı dünyalar olarak kabul ediyoruz.
Aslında farklı dünyaları anlatan anlatımın en etkili yolu edebiyat olduğu için bu gelişmelerin diyalog eksikliğinin bizi bu yanlış olaylare sürüklemesi, yani İbn Haldun'dan geri kaybetmesi kaçınılmaz.
 
Toplumların birbirini tanımasının gizemli dili olarak edebiyatına işaret ediyor olmam şaşırtıcı gelmemeli. Çünkü ülkelerin başka diyarlar hakkında fikir üretmesinin çeşitli katmanları mevcuttur. Bunların güzellik açısından en yaygın ama niteliksel olarak en düşük seviyedeki turistik seviyesi geliyor. Her yıl yüz farklı turist farklılaşmış, giden turistik gettolarında yaşıyor ve halkın kültürü hakkında hiçbir fikir edinmeden geri dönüyorlar. Bu düzeyin bir kültür alış verişi yaratılamaz ortada.
 
Turistik düzeyde biraz daha derinde gazetecilik düzeyi geliyor. Gücü çok büyük olan ve aslında kültürleri paylaşma olanaklarına sahip medya otoriteleri da ne yazık ki bu kayıtlar, klişelere esir düşerek kullanılmıyor, tam olarak ülkelerin niteliklerinin ön yargılarını güçlendiriyorme zararı gibi zararlı bir işlevler üstleniyor. Milliyetçilik ideolojisinin ve ırkın üstünlüğü yanılgısının öne çıktığı nefret söylemleri en çok medya aracığıyla körükleniyor. Edward Said'in haklı olarak ''cehalet çatışması'' (cehalet çatışması) dediği olayda burada yaşamaktasınız. Büyük medya, karşı tarafın insan olmadığı tarafta (Vietnamlılar maymundur, komünistlerin kuyruğu vardır, Irak'ta toplu imha silahları mevcuttur vs.) beyin yıkamalarla toplumları savaşa hazır, en azından itiraz edemez hale getiriyor.
Oysa gerçek edebiyat, büyük ölçüde bu uçurumlara düşmeden, insanların din, milliyet, üniforma, bayrak gibi simgelerden ayırarak ''sadece insan'' olarak görebilmeyi ve anlatabilmeyi başarıyor.
 
Bu konuya hayranlık duymanın örneklerinden birisi Puşkin'in ''Erzurum Yolculuğu'' kitabıdır. Osmanlılara karşı çarpışan ve Doğu Anadolu'da toprak kazanan Rus ordusuyla birlikte seyahat eden büyük şairlerin hiçbir cümlesinde militer ya da dost-düşman kavramlarının saklanması gizlenmiş bir önyargı bulamazsınız. Mensup olduğu Ruslarla, ''düşman'' olarak karşılarına çıkan Türkleri aynı temiz yürekle çalışır. Osmanlı-Sırp Harbi sırasında, Çarlık Rusya'sında yürütülmekte olan bir başka örnek; ''Süngüsüne bebek takmaktan zevk alan Türk'' imgesine karşı sesi yükselten ve bu nedenle ağır milliyetçi eleştirileri göğüslemek zorunda kalan Tolstoy'dur. Büyük yazar, dünya çapında parçalanmakta olan temiz, savaş makinesinin zehirli bir keskinlikle dönen propaganda çarklarının karşısına çıkma cesaretini gösterebilmiştir. Dünya edebiyatı, böyle sayısız örneklerle doludur ve bu namuslu yazarları okuyan insana, büyük bir mutlulukla ''İyi ki edebiyat var!'' dedirtir.
 
Zamanımızdaki kadar aşırı örneklere rastlanmasa bile, kendi döneminde Goethe bu bilgisizliğe karşı bir ''Dünya Edebiyatı'' (Weltliteratur) anlayışı geliştirmiş, bilindiği gibi hayran olduğu Fars şairlerinden çeviriler yaparak ve onlardan içten şiirlerle başlayan, büyük bir entelektüel devrim başlatmıştı. Kelimeyi, Farsça orijinalindeki gibi kullanarak yazdığı Hikmetname'lerden birinde, büyük bir alçakgönüllülük göstererek şöyle der: ''İtiraf edelim ki Doğu'nun şairleri/ Daha büyük biz Batılı şairlerden.''
 
Ne yazık ki Goethe'ye kadar saygı seçeneği bir ismin çabaları bile Batı dünyasını, Doğu'da yeteri kadar yakınlaştırmaya yetmedi. Batı; Aristoteles'in yorumcusu İbn Rüşd (Avorreas), Fars şairleri ve Galland'ın çevirileri ile tanıtılan Binbir Gece Masalları, Doğu edebiyatı konusunda çok fazla bilgi sahibi olmadan yaşadı. (Binbir Gece Masalları'nın ve Doğu gizeminin tanıtımında JL Borges'in katkıları da göz ardı edilmemeli.)
 
Buna karşılık, dünyanın dönüş yönünün gereği rüzgarların genellikle Batı'dan Doğu'ya benzemesi gibi Doğu, sürekli olarak Batı edebiyatının etkisi altında kaldı. Roman bölgesinde iyice belirgenleşen bu durum, ilk bakışta Doğu'nun aleyhine gibi görünüyor ama Doğu'dan beslenemeyen Batı da eksildi. Kendi merkezi etrafında dönme durumları; Kaçınılmaz olarak, çeşitli akarsuların döküldüğü bir deniz gibi zenginleşememesinin sonucu ortaya çıktı.
 
Kısacası Goethe'nin o harika rüyasının gerçekleşmemiş olması, yalnız edebiyata değil, dünya barışına da büyük darbeler indirdi ve ne yazık ki bu duruma devam ediyor.
 
Oysa barış dünyasının gidişatındaki en büyük görev, toplumların derin ruhunu paylaşma imkanına sahip olan edebiyata düşebilirdi. eminim ki; Goethe'nin ''Dünya Edebiyatı'' rüyası gerçekleşebilseydi, yerde daha güzel bir yer olurdu.
 
Kaynak: Rosetta Literatura, Ekim 2013.
 
 

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: