Leyla İpekçi Yazdı: Geceleyin Mum Alevinde Yan ve An!
Leyla İpekçi / Yazar
Karanlığın gözlerinde bir anne geceleyin yanıyor. Yaklaşıyorum. Görebilmek için günleri, geceleri planlıyor. Asıl yaşantım geceleyin başlıyor. Bir pervane gibi, mum alevine vurgun, kenarlardaki gölgelerin kıpırdanışını seyrediyorum.
Senin yüzünün, onun içinde. Evvelinde, sonrasında.
Gece nehir gibi akıp gidiyor. Gözümde birikiyor yaşlar. Yanaktan akıyor, akıyorlar. İsimler saf tutmuş, seni övüyor. Kelimeler henüz sevmiyorye. Vasıtalar, olaylar, binekler, buraklar taşıyor beni sana, yine yetmiyor. Ötede daha ötede; içinde, daha da içinde onun her şeyi. Genişlerken yükselmek için, yükselirken dalmak için marifet gerekiyor.
Bilenler diyor ki; aşk dalgıçları en dipten inciyi çıkarır. Bin yıllık yuvarlanışlar, kucaklaşmalar, parçalanmalar, terkediş ve kavuşmalar… birikti durmadan. Bir yaşanıldı, yüz bin hatırlandılar. Bitmeyen savaşlarla, saat başı, gündüz gece, odanın özellikleri, sonra yine içeride, bulut gibi döne döne. Senin nefesinde… Canlandılar.
Ölmeden önce dirilişimi gerçekleştirmeye geliyorum. Cehaletimin, gafletimin dikenli yollarından, sarp yokuşlarından olmazsa acizliğimin şafağında sana, her devirde sana, illa sana geliyorum. He he he. Bütün saatlerimle bin yıl sana doğru, döküle döküle an olmaya… Bu gece… Şiirimi tamamlamaya geliyorum. Alametlerimden, hilelerden dize dize bir insan ortaya çıkıyor. İnsan olmaya geliyorum!
Bak ne diyor Yunus: “An ol! Anda ölüm olmaz.” Aksiliklerin, kusurların, hataların, yetersizliklerin arkasında beni kamaştıran Güzel'sin sen. Gözümü hiç ayırmadın. Ezelimden öpüyorsun durmadan. Dilimden, elimden düşürmediğim tesbihimsin sen.
Senden başkasını anladığım ona zalim bir oyuncu.
Sen, sen oluyorsun; ben, ben oynamak.
Savaşmaktan usandım, teslim olmaya geliyorum.
“Gel ey gözüm ağla gülmezem ayruk / Canım dosta gider gelmez ayruk / Ne gam bu dünyada bir kez ölürsem / Anda ölüm olmaz ölmezem ayruk.”
Kan çanağı bu dünya. Fesat, nefret, intikam, haset, fitne, hiddet, hırs, kin, kibir, riya… Dünyanın bütün nişanlıların hedefimde.
Yola çıkmış bir okum, saplanmak için kendim için!
Çatıştıranların en şiddetlisiyle, hainlerin en alçağıyla, tetikçilerin en kabasıyla karşı karşıya geldiğimde çeyizliğimi yapmaktaymışım usul usul. Bir gül verebilmek için sana, gül olabilmek için. Ne kadar sevebiliyorsam o kadar güzel kokacak gül. Ateş paresi gibi gönülleri eriten; ne varsa yakan, cennetleri de yakan…
“Nişânım bî-nişân oldu mekânım bî-mekân oldu / Ne kaldı ceng ü cidâlim can u dil eydir illa Hu…” dedi Sinan Ümmi.
Gecenin gözlerinde bir anne kendini aleve vermiş, yakıyor. Eriye eriye şavkından. Yontma taş devirlerinden cilalı taş devirlerine; yüzünü görebilmek için, bir pervane gibi, mum alevine vurgun, sana geliyorum, milimetrelerle yaşamaktan yoruldum.
Bir sevilme serüveni hepi topu. Hiç sönmeyen mum alevinde. Tan vakti ağarana dek çıkarmalı inciyi. Yüze yüze, bütün yüzlerden. Yüzün; onun içinde.
Önceki takvimlerin son yaprağının.
Sonrakilerin ilki.
Niyazi Mısri “Sevdim seni hep varım” dedi. Yeryüzünün bütün azalı düşmanlarını, bütün Nemrut'larını senden alabilirsin, başka nesne istemeyene dek, olmayana dek başkası, kalmayana dek yabancı! Doğurana dek kendinden uzakta, doğrudan Havva'sını Adem'den, nefsini Rabbinden, cismini ruhundan; onun şeyini O'ndan. Resulullah sırrından o gülü koklamaya. Aynı ismin içinde hep sana.
“Bî-nişânın menzilin Kaf-ı ademden izleyip / Ey Niyazi böyle bulan ol canânını.”
Gündüz atılan tohumlar geceleyin çatlasın diye beklerken uykum kaçıyor. Gecenin örtüsü sensin. Aşka örtü olan gece de sensin.
Yâr dünyası müptela, ıstırabını zevk edinmiş bu gece pervanesi. Ateşini bahçe edinmiş. Amandaki yüreği ateşini tutuşturup alevlendiriyor. Mumun yanı başında, onun alevinde usul usul eriyor, küle dönüyor. Mumla dost olmuş bu gönlü kırık pervane diyor ki:
"Gündüzü ne yapayım? Benim gündüzüm sevgilimin gittiğiki ayrıntıdır. O olmayınca gündüzüm karanlık gece olur bana."
Kendi bahtına sesleniyor pervane. Ateş haresinin çekim gücü kaplanmıştır. “Yaklaş, daha da yaklaş” komutuna amade. Kaderini yazıyor. Zaten hiçbir şey yoktur ki zorla gelsin. Her şey gönüllü geliyor. Sonra anlayacağım ki, gecenin karanlığında anında ne gelen var, ne de gidiyor. Yeryüzünün en cılız alevli mumu ise uzun nöbetinde. Yandıkça kendini eritiyor. Kendi ateşine mahkûm, rakipye rakip. Mum ile pervanenin dostluğuna gece haberlik ediyor. Ey gece nelere kadirsin!
Gecenin geçmişiyle bir ilgisi olmalı. Önceyi getiriyor. Ve seher vakti girerken; diyorsun ki pervaneye:
“Acayip bir gece ülkesi, tuhaf bir gül bahçesidir bu!”
Tutuşan sineler arasında bir yerde, bir vakitte, pervane yarinin vuslatına eriyor. Oysa pervane mumdan ayrılmak için kederli. Gazelini kendi söylüyor:
"Ey alışlı yüzü gönlümün çerağı olan güzel. Ne zamana dek dağlayacaksın yüreğimi? Canım kırdığımdan gitse de, zülfünün kokusu gönül yanmasından gitmez. Senin boynunu andıkça, gönül bağımda bir servi ısıran. Âlemi dolaşan ay, vuslat gecesi çerağından alır ışığını. Zülfünün kıvrımlarında gönlüm kayboldu. Bundan sonra gönlüm nasıl kurtulacak?"
Saklı gül bahçesine o güzel kokuların izinden giderek yaklaşmaya niyetlendim. Ateş pâresi gibi gönülleri eriten; ne varsa yakan, cennetleri de yakan bir niyetli…
Kayıp inciyi her birimiz kendi gecemizin içinden çıkaracağız, evet. Tan vakti ağarana dek. İster farz niyetine ister nafile. İyi sabahlar. İyi yıllar. Günaydın.