BATI'NIN KİRLİ KALKINMA TARİHİ: SÖMÜRGECİLİK VE KÖLE TİCARETİ
Avrupa, Orta Çağ'da feodal yapı ile kilise arasında var olan güç mücadelesiyle uzun yıllar meşgul olmuştur. O dönemde Avrupa'nın dış dünya ile bağlantısı çok düşük düzeydedir. Avrupa göçleri, Haçlı seferleri döneminden gelen anlatılar, seyyahların seyahatnameleri, yerleri ve Hıristiyan din adamlarının özellikle doğum Ortadoğu'su, Afrika ve Asya'nın doğduğu günlük bilgileriyle ancak diğer toplumların yaşamlarından haberdar olmuştur.
Çin'den Afrika'ya kadar uzanan kara ve deniz ticaret yolları o dönemsel ticari uygulamaların sürdürülmesine imkan veriyordu. Bu seçenekler Müslümanların sınırındaydı. Doğu'da Hicaz bölgesi, Batıda Fas'tan, Balkanlara ve Karadeniz'e kadar çok geniş bir coğrafyaya hakim olan Müslümanlar hem karada hem de denizde ticari hayata hakimdirler. Bundan dolayı Avrupalılar, Çin ve Hindistan'da mevcut olmak için Müslümanların hakimiyeti dışında farklı yollar bulmak zorundaydılar.
Avrupa'da ortaya çıkan ve ciddi sayıda ölümlere sebep olan “veba salgını”ndan sonra ticari hayat sektöründe dolanmış, emek gücü azalmış ve Avrupalı tüccarlar yeni ürünlere ulaşarak ticari faaliyetlerini genişletme çabasıyla yeni arayışlara girişmiştir. Asya ve Afrika'dan Avrupa'ya ulaştırılan altın, ipek, kumaş, halı, mücevherat, baharat ve bazı tarım ürünleri Avrupa'da farklı şehirlerde tüketime sunulmuş olsa da bunların üretildiği/getirildiği yerler konusunda merak ve heyecan uyandırıyordu.
O dönemde ticari faaliyetler altın üzerinden sürdürülmektedir. Avrupalılar hem kendi ticari faaliyetlerini genişletiyor hem de diğer çeşitlerin alacakları malları finanse etmek için yerde kalıyorlardı. Ancak Avrupa, tarım ürünleri, ipek, kumaş, halı ve en önemli baharat konusunda Asya kıtasına katkıda bulunmakla birlikte değerli madenlere, yeteri kadar altın ve gümüş madenine sahip değildi. Afrika'daki madenlerden elde edilen altın ve değerli madenler, Arap ve diğer Müslüman tüccarlar tarafından kervanlarla ticaret yollarından kıyı kentlere toz şeklinde taşınıyor yerlerde Venedikli, Katalan ve özellikle Yahudi tüccarlara satılıyordu. Karşılıklı ticaret ilişkileriyle Afrika'da altın üretim bölgeleri hakkında bilgi sahibi olan Avrupalı tüccarlar, aracı tüccarları aradan çıkarmak ve diğer ham maddelere doğrudan ulaşmak için büyük bir arayış ve çabaya girmişlerdir.
Veba salgınıyla çok sayıda nüfus kaybı Avrupa, emek gücü açığını kapatmak için Afrika'dan bir kısmı paranın büyük kısmını da ele geçirdikleri takipleriki hür insanlar zorla göçe tabi tutarak köle ticaretini başlatmışlardır. Farklı ülkelerin değerli madenlerini, yönetim sistemlerini ve topraklarını sömürgeleştirme faaliyetleri ise sadece bireysel ticari bir arayıştan kaynaklanmamıştır. Uzak kıtalar, kıtalara yolculuklar ve bu yolculuklar için gerekli gemi, insan ve diğer masraflar, geçmişten bazılarının üstlenmişlerdir. Christopher Colombus, Çin'e ulaşmak için batıya yolculuk projesini İspanya Kraliçesi İsabella'nın ürünlerini destekle gerçekleştirmiş ve Amerika kıtasını bu yolculuklarda keşfetmiştir. Ayrıca İngiltere adına önemli ilişkilere imza atan John Cabot da İngiliz Kralı VII. Henri'den destek alarak çalışmayı sürdürmüştür.
Afrika ve Doğu'nun her türlü zenginliğine sahip olmak, o bölgeleri ele geçirmek, zenginleşmek ve Hıristiyanlık yaymak için modern anlamda ilk sömürgecilik dönemlerinde Portekiz ve İspanya'nın başlangıcında başladığında ve hemen ardından tüm Avrupa ülkeleri bu süreçte yer almışlardır.
Avrupa ekonomik sıkıntılarını aşmak, zenginleşmek, değerli madenlere sahip olmak ve kendi üretiminin yaygınlaştırılması için emek gücü (işçi) oluşturmak, siyasal sürdürülmeyi artırmak için Afrika ve güney Asya'da sömürgecilik faaliyetlerine yönelmiştir. Sömürgecilik, sadece ekonomik kazanç sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda kültürel, dini misyon faaliyeti olarak da gelişmiştir.
Köle ticareti, 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar devam eden, Afrikalı insanların zorla yeni kıtalara taşındığı ve köle olarak çalıştırıldığı karanlık bir tarihe sahiptir. Köle ticaretinin en önemli aktörleri, Avrupa'daki bazı imparatorluklar ve şirketler, Afrika'daki yerel gruplar ve Amerika kıtasındaki plantasyon sahipleriydi. Afrika'daki bazı yerel liderler, köleleri toplamakla birlikte, aynı zamanda köle ticaretine ilişkin pazarlar da sürdürülmektedir. Batı Afrika'nın bazı bölgelerinde, kölelerin satıldığı yerel köle pazarları kuruluyordu. Köle ticaretinin büyük aktörleri, Avrupa'nın sömürgeci güçleri Portekiz, İspanya, Fransa, Hollanda, İngiltere ve büyük tüccarlar arasında olmuştur. Ayrıca bu dönemde bazı Yahudi tüccarlar da, bu ticaretin bir parçası olmuş ve belirli ticaret ağlarında etkin yer almışlardır. Portekiz kökenli zengin bir Yahudi tüccar olan Isaac de Castro Tartas, Hollanda'nın sömürgelerinde önemli bir güç olmuştur. Hem köle ticaretinde etkin bir rol oynamış hem de özellikle şeker plantasyonları gibi tarım sektörüyle ilgili işlerde yer almış güçlü bir tüccar olmuştur. David Nassy, Jacob de Pinto, Moses M. Nassy, Abraham Pereira, Abraham de Pina, Samuel Pallache gibi pek çok Yahudi ticareti, köle ticaretinde taşımacılık ve finansal açıdan yer almışlardır. Afrika'dan getirilen kölelerin büyük kısmı plantasyon adı verilen büyük çiftlik arazilerinde çalıştırılmışlardır. Özellikle Yahudiler bu arazilerde üretildikleri piyasaya sürülen piyasa ellerinde tutmuşlar ve büyük gelir elde ediliyordu. Yahudiler köle ticaretinde sadece finansal açıdan değil, köle ticaretinde kullanılan gemilere yatırım yaparak da, bu sektörün en önemli aktörleri olmuşlardır.
Portekizli kaşiflerin misyonu sadece ekonomik kaynaklara ulaşmaktan ibaret değildir; Hıristiyanlığın çoğalması ve Müslümanların hakimiyetinin ortadan kaybolan sömürgecilik hakları başka bir amaçtı. Afrika'da başlayan Portekiz sömürgeciliği Hindistan'a kadar devam etmiş ve burada “Estado da India” olarak Portekiz sömürgeci devleti kurulmuştur. Portekizliler, Papa tarafından verilen izin belgesi ile yaşlanmalarına devam etmişler, Hıristiyanlığın imparatorluğuyla sömürgecilik faaliyetlerini meşrulaştırmışlar ve bunun üzerinden ayrıcalıklı bir unvan kazanmışlardır.
Kilise, sömürgeci faaliyetler “medeniyet getirme” ve “Hristiyanlık yayma” misyonu üzerinden meşrulaştırmıştır. Bu anlayışa göre, Avrupalı sömürgeciler, yerli halklar “ilkel/vahşi” ve “kurtarılması gereken günahkârlar” olarak görerek, bu parayı “medenileştirme” ve Hıristiyanlığı yaymanın ilahi bir göreve inanmışlardır. Bu ideolojik ve teolojik temel düşünce, sömürgecilerin yerli halklara yönelik şiddet ve siyaset politikalarını haklı göstermelerinde etkili olmuştur. Kilise tarafından görevlendirilen misyonerler, sömürgeleştirilmiş veriler Hıristiyanlığı yaymak için aktif bir rol oynamıştır. Katolik ve Protestan misyonerler Afrika, Asya, Amerika ve Pasifik'teki yerli halklar arasında kalıcı din değiştirme çabalarına odaklanmışlardır. Misyonerlik faaliyetleri ilk zamanlarda dağınık bir şekilde, yapısal yapısı olmaksızın sürdürülmüş ancak daha sonra bu faaliyetler kurumsal bir yapı tarafından organize edilmiştir. Örgütlü bir şekilde misyonerlik faaliyetlerini yürüten teşkilatlardan bazıları şunlardır: London Missionary Society, Church Missionary Society, Baptist Missionary Society, Basel Mission, Peres Blancs, Société des Missions Étrangères de Paris
Cizvit Tarikatı (Societas Jesu) misyonerlik hizmetleride etkili bir merkez olmuştur. Cizvit misyonerleri, Hindistan, Çin, Japonya ve Güney Amerika gibi sömürge idaresiyle iş yaparak birliği Hıristiyanlığı yayma konusunda araştırmayı sürdürürken aynı zamanda yerli halkların dillerini ve kültürlerini öğrenme konusunda titiz bir yaklaşım sergileyerek bölge halkını nezdinde öğrenmişlerdir.
Cambridge Üniversitesi ve Oxford Üniversitesi gibi kurumlar ve misyonerlik eğitimi veren Protestan merkezleri arasında yer almaktadır. Urbaniana Üniversitesi (Roma), Katolik misyonerlerin yetiştirildiği önemli bir eğitim kurumu olarak bilinmektedir.
Misyonerler, görevlendirildikleri sistemler etkili bir iletişim kurabilmek için yerel dilleri öğrenmiş, bu dillerde İncil çevirileri yapmışlar ve İncil teolojisini eğitim programlarına dahil olanlar. Yerel dilleri öğrenmek ve İncil'i yerel dillere çevirerek dağıtmak ve eğitim programlarına dahil etmek, Hıristiyanlık mesajını anlaşılır hale getirme perspektifi önemliydi. Ayrıca misyoner okulları, hastaneler ve küçük yerleşim yerlerindeki sağlık merkezleri yerel halkın güvenini kazanmak için etkili bir strateji yürütmüşlerdir.
Kilise, sömürgeci devletlerle sıkı bir iş birliği içinde çalışmıştır. Birçok kilise mensubu, sömürge idaresinin bir parçası olmuş ya da ekonomik faaliyetlere katılmıştır. Misyonerler ayrıca istihbarat sağlama konusunda etkin rol üstlenmişler, sömürgecilere bilgi sağlayarak yerel halkın direniş hareketlerini engellemede dolaylı rol oynamışlardır.
Batılı seyyah ve kaşiflerin seyir notları ve kitaplarında yeni kıtalara, coğrafyalara yapılan yolculukların nedenleri arasında dini bir amaç olduğu açıkça görülmektedir. Kristof Kolomb, “Öngörüler Kitabı” adlı eserinde yaptığı seyahatlerin sonucunda altın ve değerli madenlere ulaşıp zenginliği, bu servete güçlü bir ordu kurarak kutsal şehir Kudüs'ü Müslümanların elinden kurtarmayı hedeflediğini ve bu hedefe ulaşmak için Tanrı'nın kendisini görevlendirdiğini ifade etmektedir.
Sanayileşme sürecinde Avrupa devletleri arasında büyük, güçlü, zengin ülke olma yarışında iş gücü ve hammadde kritik bir dökülüyordu. Bundan dolayı köle ticareti, Afrika'nın kıymetli madenleri ve sözleşme ürünlerini oluşturma hakkına sahiptir. Özellikle Afrika, Batılı devletlerin kalkınmasında üretilen ve hammadde potansiyeli açısından rekabetin mevcut olduğu bölge olmuştur.
Misyonerlik faaliyetleri geniş bir coğrafyaya yayılırken bu sistemlerin Avrupa'da emek gücü olarak kullanılmak üzere köle ticareti sürdürülmüştür. Avrupa'nın kalkınması ve üretiminin sürdürülmesinde Afrika'dan Avrupa'ya taşınan binlerce kölenin kanı ve alınteri vardır.
Avrupa devletlerinin Afrika üzerindeki sömürge faaliyetlerini düzenlemek amacıyla 1884 yılında Prusya (Almanya) Başbakanı Otto Von Bismarck'ın başkanlığında “Berlin Kongo Konferansı” toplandı. Bu konferans, sömürge ülkeleri tarafından Afrika'nın işgalini meşru gösteren ve Afrika'nın paylaşıldığı tarih bir sürecin adıdır. Afrika bu toplantıda Avrupa ülkeleri tarafından paylaşıldı. Bu paylaşımda yapay sınırlar çizilmesiyle bölmesi, kültürel ve siyasi olarak uyumsuzluk ve çatışmacı bölge ortaya çıktı. Aynı dili, kültürü, dini, yaşamı paylaşan bölümler farklı ülke sınırlarında kalmış; farklı kültür, dil ve yaşama sahip bölümler ise aynı biriktirmeler içinde tutulmuştur.
Konferans, Afrika kıtasının Avrupa güçleri tarafından sömürgeleştirilmesini meşru hale getirmektedir. İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Portekiz ve İtalya gibi devletler Afrika'da geniş topraklara ve değerli madenlere sahip oldular.
Belçika Kralı II. Leopold'a mülkiyet olarak bırakılan Kongo Havzası, ekonomik zenginliklerinin yanı sıra insanlarla birlikte krallık mülkü olarak kabul edilmiştir. Bu bölgesel misyonerlik faaliyetleri, krallığın desteği ve himayesinde sürdürülmüş ve Avrupa'ya köle ticareti yoğun bir şekilde yapılmıştır.
Berlin Konferansı'ndan sonra Afrika'dan Avrupa'ya köle ticareti bir sektöre dönüştürüldü. Afrikalı yerliler, Avrupa'daki üniversitelerde kayıtlı üretimlerde kullanılmış ve o dönemde Avrupa'da hakim olan evrim teorisi düşünceleri içinde Afrika yerlileri “evrimleşme sürecini tamamlayamamış yamyamlar” olarak kabul edilmiştir. Sömürge zamanında Afrikalı yerlilere öyle onurlu ve acımasızca davranılmış ki, hayvanat bahçelerinde yabani hayvanlarla aynı kafeslere kapatılarak teşhir edilmişlerdir.
Afrika'dan Avrupa ve Amerika'ya götürülen köle sayısının yüzbinlerce olduğu tahmin edilmektedir. Parçaların belirli bir kısmı sevkiyat sırasında belirli bir kısmı ise hastalık nedeniyle hayatlarını kaybetmişlerdir. Avrupa'da üretilen silah, tekstil ürünleri ve seks gibi ürünler, köle ticaretinde takas olarak kullanılıyor.
Kenya Devlet Başkanı Mzee Jomo Kenyatta'nın o ünlü Afrika'nın sömürülmesini acı bir şekilde açıklıyor: “Misyonerler Afrika'ya geldiğinde bizim topraklarımız, onların İncil'i vardı. Bize, gözlerimiz kapalı dua etme işlemleri yapılabilirler. Gözlerimizi tekrar çalıştırdığımızda İncil bizim, topraklarımız vardı”
Yapılan bir şemaya göre "Afrika'dan ABD'ye 12 milyon sevk köle verildi, ancak sevkiyat sırasında 10 milyon köle hayatta kalabildi. Kölelerin arasında ikisi 35 yaşında erkeklerden mevcut. Atlantik köle ticaretinde kölelerin sadece kas gücüydi. Afrika'daki satıcılardan köleler gemilere dolduruluyor, sevkiyat sırasında başarıları efendileri tarafından dünya pazarında pazar yeni satın almalara satılıyordu. Bundan sonra kölelerin yeni efendilerinin tarlalarında veya üretim işlerinde ırgatlık. Acımasız uygulamalara tabi olarak köleler yaklaşık beş harf sonra iş göremez hale getiriliyordu. Bu durumda gelen köleler öldürülüyor ve onların yerine, sonunda aynı akıbete uğrayacak yeni köleler getiriliyordu” (klawitter, SDE Akademi Dergisi 3/2023,A. İnaltekin)
Belçika Kralı II. Leopold, otomobil lastiklerinin üretimi için Afrika ormanlarından elde edilen sünger hammaddesi toplama işinde çalıştırılan ancak yeterli miktarda hammadde toplayamayan çocukların elleri keserek kölelerin daha çok çalışması için bu vahşice cezayı uygulamış ve elleri kesilen çocuklarla fotoğraflanmıştır.
Avrupa'da bazı önemli sanayi ülkeleri ve büyük işletmeler bu sömürge döneminde büyüyerek markalaşmışlardır. Örneğin, Almanya'da lokomotif, tren vagonu, kamyon ve savunma sanayi ürünleri üreten marka şirketi Krupp, üretimlerinde ve demir yolları inşaatında Afrikalı kölelerin çalıştırıldığı tarihi bir gerçektir.
Direniş gösterilen veya kaçmaya çalışan köleler, kopyalanması için halka açık olarak idam edilir veya ağır büyülere tabi tutulurdu. Afrikalı kölelere uygulanan hizmetler, yalnızca fiziksel eziyetlerle sınırlandırılmış gösterimler, geleneksel kimliklerini ve insanlık onurlarını hedef alan sistematik bir zulüm süreciydi.
Afrika'da sömürgecilik faaliyetleri konusunda başat olarak bir başka de Fransa'dır. Afrika'nın bölünmesi anlaşmasında belirli bölgelerde Fransa'nın himayesine geçmiştir. Fransızların sömürge politikalarını Fransız dilini yaygınlaştırma ve temelde tek geçerli dil haline getirmeyi hedefleyerek sürdürmüşlerdir. Buna yönelik yerel okullarda Fransızca eğitim yaygınlaştırılmış ve ticaret Fransızca dil üzerinden yürütülmüştür. Ayrıca sömürge altında yerel halk kendi özgün kültürel kimliğinden uzaklaştırılmıştır. Fransızların himayesinde ve diğer sömürge bölgelerinde yerel halkın elitleri, yönetici şahsiyetlerinin sömürge devletleriyle olan ilişkileri Afrika kıtasının sömürülmesini daha da kolaylaştırmıştır. Yerelde dağıtıcı, edebiyatçı, yazar, siyasetçi şahsiyetleri Fransızca dilini geliştirmeye ve olanaklara sahip olmaya yönelik bir olanak olarak kabul görüyorlar. Afrika'nın sömürülmesi, kültürel ve ekonomik boyunduruk altına sokulmasında batılı misyonerler kadar yerli işbirlikçilerin de rolü önemlidir. Yukarıda da yazım gibi misyonerler dünyanın dört bir yanında emperyalizmin aktörleri olmuştur.
İngiliz sömürgeciliği her ne kadar Avrupalı devletlerden biraz geç başlamış olsa da diğer ülkelerin sömürgecilik ve köle ticaretiyle ulaştıkları zenginlikleri görülen İngiltere faaliyetleri Kuzey Amerika ve Hindistan bölgesinde yoğunlaşmıştır. İngiltere'nin sömürgecilik faaliyetleri, dünya çapında derinlemesine izlenmiş ve birçok bölgede sosyal, ekonomik ve politik şekilli şekillenmiştir. Bu süreç, İngiltere'nin küçük bir ada devleti olarak devam ettiğinin küresel bir ortaklık haline getirilmesini sağladı.
İngilizler kendi aralarında suça karışmış insanları sömürge bölgelerine sürgün ederek bunları işçi olarak kullanmışlardır. 1777 yılında en az kırk bin erkek ve kadın Amerika kolonilerine sürgün edilmiş, yüzbin civarında erkek ve yirmibeşbin kadın da Avustralya'ya gönderilmiştir.
İngiltere'nin sömürgecilik siyasetinde Hindistan'ın özel bir konumu olmuştur. Yedi Yıl Savaşları sonrasında imzalanan Paris Antlaşmasıyla İngiltere Hindistan'ı himayesine almış, iki yüz yıl boyunca hem ticari hem de bölgesel güvenlik açısından askeri bir kaynak olarak bu bölgede hakimiyeti sağlamıştır. İngilizlerin Hindistan'la ilk ticari faaliyetleri 1600 yılında başladı. İngiltere'de Sanayi Devrimi'nin başlangıcı, sömürgecilik faaliyetleri daha da arttı. Sömürgelerden ham madde sağlanıyor ve İngiliz ürünleri bu parçalar satılıyordu. Güney Afrika'daki elmas ve altın madenleri gibi kaynaklar İngiltere'nin sömürgeciliğin ekonomik olanaklarını oluşturdu.
İngiltere'nin köle ticaretindeki rolü, Atlantik köle ticaretinin en önemli aktörlerinden biri olarak dünya çapında damgasını vurmuştur. İngiltere, 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar köle ticaretinin örgütlenmesinde, yayılmasında ve bundan büyük ekonomik kazançların elde edilmesinde merkezi bir rol oynamıştır. Londra, Bristol ve Liverpool gibi şehirler, köle ticaretinin merkeziydi. Özellikle Liverpool, 18. yüzyıl Avrupa'nın en büyük köle ticareti limanı haline geldi. Köle ticareti, İngiltere'nin Sanayi Devrimi'ni finanse etmeyen önemli gelir kaynaklarından tespit edildi. Köle ticaretiyle elde edilen sermaye, fabrikaların, bankaların ve altyapının geliştirilmesine büyük katkı sağlamıştır. Londra'da Lloyd's gibi şirketler, köle gemilerinin sigortalanmasında büyük rol oynamış ve gelir elde etmiştir. Ayrıca İngiltere'nin finans, sigortacılık ve bankacılık sektörleri köle ticaretinden elde edilen gelirlerle büyümüştür.
Değerli taşlar, mücevher ticareti ve altın, Afrika sömürgeciliğinde önemli kazançlardır. Emperyalist Batı, Afrikanın bu zenginliklerini kendi ülkelerine taşıyarak kirli bir kalkınma ve zenginlik sahibi olmuşlardır. Özellikle altın, mücevher ticaretinde Yahudilerde etkin rol üstlenmişler ve bu ticaretle daha da zengin olmuşlardır. Yahudiler, birçok Avrupa'da tarımla uğraşmak veya toprak sahibi olma haklarına sahip olmak için genellikle ticaret, finans ve ürünlerle uğraşmışlardır. Köle ticaretinde kullanılan gemilerin sahibi olmaları altın ve mücevherat ticaretinde etkin olmalarını da kolaylaştırmıştır. Yahudiler, özellikle Avrupa'nın işçi işçiliği için (Antwerp, Amsterdam gibi şehirlerde) yoğunlaşarak bu alanda uzmanlaştılar. 19. ve 20. yüzyılda Belçika'nın Anvers şehri ve Hollanda'nın Amsterdam şehri elmas ticaretinin merkezi haline geldi. Yahudi tüccarlar ve sanatkârlar, bu sektörün en etkili gruplarından olduğu bildirildi. Yahudi ticaretinin dünya çapında geniş bir diaspora ağı içinde, elmas ticaretinin uluslararası hale gelmesinde etkili oldu. Günümüzde, Anvers, Tel Aviv, New York gibi şehirler olarak bilinen mücevher ve altın merkezleri, Yahudi tüccarlarının başlangıçta oluşturulmuş temeller üzerine inşa edilmiştir.
Bazı koşullara göre sömürgecilik faaliyetlerine daha sonra başlayan İngiltere'nin kısa bir sürede dünya ticaretinde etkin olmalarını sağlayan en önemli faktörlerden biri de özel sermaye ile kraliyet yönetiminin ortak hareket etmesidir. İngiliz Kraliyet yönetiminin tüccarları, kaşifleri ve denizcileri destekleyerek sömürge bölgelerine hakim oldukları bir gerçektir.
İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (East India Company), 1600 yılında İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth tarafından kurulmuş ve 17. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar dünya tarihinde şekillenen en güçlü ticaret üyelerinden biridir. Şirket, başlangıçta ticari düzenlerle kurulmuş olsa da, sürekli askeri ve politik güç merkezi haline gelmiş, İngiliz sömürgeciliğinin en önemli araçlarından biri olmuştur. Hindistan ve Güneydoğu Asya'dan baharat, çay, ipek, pamuk ve değerli taşlar gibi ürünler bu şirket kanalıyla İngiltere'ye taşınmıştır. Bunun karşılığında İngiltere'de üretilen ürünler Hindistan'da satılarak geniş bir Pazar alanı yelpazesine sahiptir. Şirket sömürgeleştirdiği Hindistan'dan gelen zenginliği İngiltere'ye taşımıştır.
İngiliz sömürgecilik merkezleri olarak değerlendirilen sömürgecilerin en önemlilerinden bir diğeri de 1606 yılında I. James tarafından kraliyet imtiyazı ile kurulan Virginia Şirketi'dir. Bu şirket