TOPLUMLARIN KENDİ GELECEĞİNİ KENDİ BELİRLEYİCİLERİ

21 Ara 2025 - 18:26 YAYINLANMA

Toplumların kendi başlarına, tarihin belirli kritik durumlarını gösterdikleri davranışlar ve iradeleriyle şekillenir. Savaşlar, devrimler, ekonomik krizler, siyasal ve toplumsal kaos ortamlarında toplumun sergilediği tavır ve gösterdiği refleks, sadece o gün değil, gelecekte ortaya çıkan sonuçlar doğurur. Sergilenen kolektif yaşamın beslendiği çoğalmaların kaynağı ayrıca incelenmesi gereken önemli bir silinebilir. İdeolojilerin, küresel stratejilerin, politik rekabetin yoğun olduğu dönemlerde aralıklı talep ve tepkileri tuz ihtiyacı ve hukuki haklardan desteklenmektedir. Tarihin belirli gününde dünyanın birçok köşesinde yıkıcı sonuçlar doğuran toplumsal ayaklanma hareketleri, ideolojilerin ve küresel rekabetin ortaya çıkardığı suni problemler ve sonuçlar ortaya çıktı. Toplumun inancı, ahlakı, kültürel değerleri ve tarihi deneyimi/ kollektif bilinci, ortaya çıkan gelişmelere karşı gösterilecek reaksiyon ve tutum belirlemede etkili unsurlardır.

Türkiye kadım bir siyasal ve toplumsal tarihe, köklü bir geleneğe sahip devlettir. Sahip olduğu vatan, jeo-politik ve jeo-stratejik derinliğe/niteliğe sahiptir. Tarihteki değişiklikler çok önemli gelişmelere sahne olmuştur. Bugüne kadar inanç/değer ve kültürel birikimler üzerinde yükselmiştir. Ancak belirli dönemlerde de uzun süreli olumsuz olaylarla/sorunlarla da mücadele olmuştur. Bu durumda ortaya çıkan kritik nokta, Türk milletinin dayanışma ve kardeşlik ruhuyla idareye ve vatanına bağlılığa tarih boyunca örnek bir durma sergilediği gerçeğidir. Buna karşılık bazen de iktidar hırsı/mücadelesi, bu birlik ve kardeşlik bağını zedelemiş ve kalıcılığa/ayrışmaya sebep olmuştur. Tarihte yaşanan bazı olaylar buna örnektir.

Mesela Selçuklu İmparatorluğu'nun son durumunda ortaya çıkan bozan en önemli sorun, bazı beyliklerin/boyların, iktidar hırsıyla hareket etmesi ve bu amaç için düşmanlarla iş birliğine girmiş olmasıdır. Bunun sonucunda en azıllı/güçlü rakiplerini/düşmanlarını yenen devlet, iç kayıpların sonucu dağılmıştır.

Tarihin derinliklerinde bulunan yakın tarihimizde de bu minvalde olaylar yaşanmış ve tahmin edilemeyen sonuçlar doğmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri alanda yaşadığı yenilgiler ve ekonomik sıkıntıları ortadan kaldıran Jön Türkler, Batılı düşmanların oyununa ayrılan siyasal ve toplumsal yapıyı kaydettirip, düzenli çöküşler ve toplumsal birlik sıkıntıya sokmuşlardı. Bizim devlet anlayışımızda ve toplumsal kültürümüzde var olan davranış biçiminde, kenetlenmek ve dayanışma içinde sorunları çözmektir. Ama o dönemde bu yapıyı bozan dış etkenler daha etkili olmuştur.

İspanya, Kuzey Avrupa ve Rusya'dan göç etmek zorunda kalan Yahudilerin yoğun olarak yaşadığı Selanik, Mason ve Siyonist tesislerin merkezi karargâhı olmuştur. Bu Mason ve Siyonist örgütler kendi emellerine ulaşmak için Batılılaşmayı, modernleşme olarak gören jakoben Jön Türkleri, adalet, özgürlük ve sözde diktatörlüğe karşı söylemlerle kendi kendilerine (Osmanlı'ya) karşı örgütlenmişler ve toplumsal, ayaklanmayı teşvik ederler. Osmanlı yönetimini diktlükle suçlayıp, özgürlük talebini ön plana çıkaran bir muhalefet hareketini başlatan Jön Türkler, aslında sundukları özellikler için kullanan Mason ve Siyonist planın farkında olamamışlardır. Bunun sonucunda Abdülhamid tahtan indirilmiş ve Mason, Siyonist kişilerin başındalığında yeni siyasal sistemin hakimi olmuştur. Yedi kıtaya hükmetmiş, adalet ve hoşgörüyle tarih yazan koca imparatorluğun bu değişiminden hemen sonra Balkan Savaşlarında yenilmiş, Yunanistan sınırları ilan etmiş, Libya ve bölgeden çıkmış ve ardından devlet 1. Dünya Savaşı'na sürüklenmiştir. Uzun bir savaş sürecinden sonra yüzbinlerce vatan evlenmiş, şehadet etmiş ve bir avuç toprak vatan olarak hayatta kalmıştır. Osmanlı yönetimini diktatörlükle suçlayan ve özgürlük talebiyle istilayı kışkırtan Mason, Siyonist hainler ve uşaklarının sebebi olduğu bu sonuç, tarihimizin en karanlık ve ibret dolu sayfasıdır.

Daha yakın tarihimizde bazı acı tecrübeler mevcuttur.

Demokrasi ve kalkınmanın en bariz örneklerinin ortaya çıktığı Adnan Menderes döneminde, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın iktidar hırsı ve 2. Dünya Savaşı sonrasında egemen güç olarak ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletleri'nin tahrikiyle güçlü siyasi rekabet acımasız bir mücadeleye dönüşmüştür. Menderes iktidarı yine aynı şekilde diktatörlükle suçlanmış, dönemin CHF güdümlü gazetelerinde baskı yapan yalan haberler manşette yayınlanmış, üniversitenin başlattığı kışkırtılmış ve bir kaos ortamı ortaya çıkmıştır. O günlerin önde gelen gazetelerinde yer alan iktidar tarafından sözde öldürülen üniversitelerin buzhanelerinde saklandığı ve hatta cesetlerinin parçalandığı iddiası toplum tarafından sürdürülmüştür. İsmet İnönü ve partililerin yaptığı demeçlerde o kadar yalan ve iftiralar meselesi taşınmış ki, ülkelerde huzur ve güvenlik kalmamıştır. Daha sonra Başbakan Adnan Menderes idam edilmiş ve Cumhuriyet Halk Fırkası emeline ulaşmıştır. Ancak komplolar ve kaos ortamıyla karşı karşıya kalan ülke, uzun yıllar toparlanamamış ve bu zayıf görüntüden düşmanlarına cesaret edecek.

Kıbrıs'ta Yunanlar tarafından Türklerin vahşice katledilmeye başlanması bu dönemde ortaya çıktı. ABD'nin ülkede siyasal bölgelerde bu dönemde başladı. Komünizm tehdidi bu dönemde yaygınlaşmıştır. Terör olanakları bu dönemde organize olmaya başladı. Ve ardından 1980 ihtilaliyle tekrar karanlık ve kaos dönemi…

1990'lı yıllarda aynı senaryo ve oyun sergilendi. Refah Partisi'nin siyasi başarılarına karşı laiklik-şeriat çatışması, Alevilik-Sünnilik çatışması, PKK'nın ve diğer teröristlerin saldırılarının en üst düzeyde çıkması, askeri vesayetin acımasız politikalarıyla kutuplaşmanın düşmanlığa dönüşmesi, siyasal partilere karşı yargı darbesi, milli iradenin ve bu sahibi kesimin olarak irade vb olaylar yaşarken siyasi parti ve toplumların yine aynı şekilde demokrasi, özgürlük, cumhuriyet ve laiklik üzerindeydi.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Türkiye Devleti'nin en kötü ve en dip seviyesi neredeyse çökmüştü. Ancak bu durum hep saklandı ve ideolojik algı ön planda tutuldu. Türk halkı olarak 2000'li yıllarda başında kafamızı dağıtan, gözümüzü açtığımızda Türki Cumhuriyetlerin ekonomik kaynakları, petrol ve doğalgaz rezervleri Batılı devletler tarafından bölünmüş, çevremizde komşu devletler ABD ve Batı devletleri tarafından işgal edilmiş, uluslararası İMF, Dünya Bankası ve küresel finans merkezlerine borçlandırılmış, toplumun kardeşliği ve darmadağın bir birliğiyle yüzleştik.

Bugünün o dönemlerin özeti, bir avuç askeri, siyasi ve sermaye grubu hırsları ve dış güçlerin piyonlarının doymak bilmeyen aç gözlü olması bu milletin görememesi ve bu planlara karşı duramamasıdır. 

Osmanlının en indirilen padişahlarından biri olan Abdülhamid neden ve kimler tarafından tahttan indirildi?

Adnan Menderes neden idam edildi?

Türk askeri Kore'ye savaşa neden gönderildi?

1960-1980 askeri darbesi neden yapıldı?

1990'lı yıllarda yaşanan siyasi ve toplumsal kaosların nedeni biliniyordu ve perdenin arkasında neler yaşandı?

Bu ülkelerde PKK terörü nasıl olurda 40 yıl devam edebildi mi?

Daha birçok soruyu sıralayabiliriz. Ancak tahammül edemediğimiz nokta, bütün bu olaylar karşısında dünyadaki gerçeklerden çok uzak olması ve olayların gerçek arızalarını bilmiyor olmasıdır. Bugün bu ülkelerdeki bir başbakan olan Adnan Menderes ve devlet bakanları neden idam edildi diye soru sorsak toplumun ne kadar bu katılımcıya doğru cevap verebilir?

Yüzeysel olarak bu satırlara taşıdığımız tarihi olaylarda gördüğümüz gerçek şey, toplumsal olarak manevi-kültürel değerlerimizi yitirdiğimiz dönemlerde, kollektif bilincimizin zayıfladığı ve zaafının içine düşmüş, siyasal ve toplumsal olaylar çoğalmış ve bütün bunların sonucunda geriye dönüşlerimiz olmuştur.

Abdülmamid'e yapılan Mason-Siyonist darbede gerçekleri göremeyen dönemin siyasi şahsiyetleri, toplumsal akil insanların sonradan hatıratlarında, yayınlanan yazı ve şiirlerinde itiraflarda bulunmuşlar, pişmanlıklarını, pişmanlıklarını dile getirmişlerdir. Ancak ne fayda, ne de bu zararların sebepleri sonuçları değiştirmemiştir.

Yakın tarihimizde yaşanan siyasi ve toplumsal kaos görünümleri perde arkasını göremeyenlerin sebepleri tahribatın halihazırdaki seyri devam etmektedir. Örneğin, 28 Şubat sürecinde bu ülkenin milli ve manevi değerleriyle kalkınma hamlesinin öncüsü Necmettin Erbakan'ın siyasi projelerini alaya alan, kendisine en ağır kelimelerle hakaret eden, iftiralar atan, tehdit eden, düşman olarak niteleyen kişiler bugün Necmettin Erbakan'ı övgüyle anmaktadırlar. Bu özelliklerin ne faydası var ki? Övgüleri, kendilerinin utancının ve pişmanlıklarının örtüsüdür.

Bugünlerde yaşanan politik ve toplumsal gerilimlerde tekrar aynı stratejiler ve senaryolar gündeme getirilmektedir.

Milliyetçiliğin “faşizm” olarak genel olarak toplumun belirli kesiminde ortaya çıkan devlet düşmanlığı, bu kesim emperyalist planların piyonu haline getirilmiştir. “Adalet” sloganları atanlar, adaletin sadece kendilerinin beklediği biçimde işlemesini istemektedirler. Siyasal hırs ve kinleri, fedakârlığını ve vatanın bölünmezliğini tehlikeye atarken bile devleti ve vatanı gözden çıkarmaktadırlar. Halkın iradesinin üstünlüğünü haykırırken, demokrasinin gidişatını zaten halkın iradesinin hâkim olduğunu unutmaktadırlar. “Hak” talebi mevcutken, haksızlığın, yolsuzluğun, hırsızlığın karşısında dik durmayıp, siyasi ayrıcalıkların taraftarı olarak “gayri meşru hak edinmeyi” normalleştirmektedir. Abdülhamid'den hayatta, siyasi ve toplumsal kaos düzeyindeki emellerine yönelik aletlerde gençlerin hayallerini ve geleceklerini, gençleri kullanarak yok edilmeyi unutuyorlar. Sebep oldukları ortamda ile emperyalist devletlere, örgütlere yönelik çözümlere imkan sağlanıp korunmalarını sağlamaktadırlar.

Ortaya çıkan bütün olumsuzların faturası yine bu millet yükleniyor. Siyasi partiler geçici siyasi aktörlerdir. 1990'lı yıllarda iktidar olan veya olamayan onlarca siyasi parti bugün siyasi arenada yok ve hatta isimleri dahi unutulmuşmuş. Ancak yaşanan siyasal, toplumsal ve ekonomik bunalımların/kaosların etkisi hala sürüyor.

Hırsızlık, dolandırıcılık, haksız kazanç, rüşvet ve irtikap, ilkel toplumlardan modern toplumlara kadar insanlık tarihinde her dönemde kötü bir davranış olarak kabul edilmiş ve cezalandırılmıştır. Bu konu sadece dini bir içerik olarak görülmemiştir. Kabile belirtilerinin sürdüğü dönemde dahi bu suçlara karışmış kişiler toplumdan dışlanmış, itibarsızlıkla yüz kişiler hayatta kalmıştır. Ancak sözde modern çağda suç ve kişi ilişkileri suçu sıradanlaşmakla birlikte, bu suçu işleyen kişinin sosyal hayattaki kimliği ile bir masumiyet algısı işliyor. İşte tam bu toplumsal psikoloji, adalete güveni yok ediyor. Yani servet ve makam sahibi kişinin, suç konusunda ayrıcalıklı kabul edilmesi, asla genel bir toplumsal tutum değildir. Siyasal, ekonomik ve sosyal menfaat veya rekabete dayalı bu masumiyet ve ayrıcalıklar insanların, evrensel adaletin savaşılmasına ve güvenliğin aşınmasına yol açar. Tarih boyunca adalet, toplumun temel taşlarından biri olarak ortaya çıktı; zengin-fakir, güçlü-zayıf bileşimi yapılmaksızın herkese eşit şekilde hesap gösterilmesi beklenmiştir. Ancak günümüzde, özellikle güç ve iktidar sahiplerinin söz konusu olduğunda, bu ilkenin çözüldüğüne rastlanır.

Suç işleyen kişilerin statüleri, servetleri veya siyasi bağlantıları nedeniyle “masumiyet perdesi” ardına saklanabilmesi, toplumda derin bir adaletsizlik algısı oluşur. Bu durum, yalnızca hukuki bir sorun değil, aynı zamanda sorunların bir özelliklerinin de göstergesidir. Toplumun genelinde “güçlü olan doğrudur” şeklindeki özetlenebilecek bir algının yerleşmesi, uzun süreli sosyal dokuyu güçlendirir ve yozlaşmayı normalleştirir.

Küreselleşmenin, küresel finans ve markaların küresel hegemonya kurdukları bu dönemde, milli/yerel kalkınmanın ve ticaretin öncüsü firma ve markaları siyasi patlamaları meze yapmak, siyasi çekişmelerde bunları hedefe oturtmak ve bu siyasi algı ile parçalamak, çatışmaya itmek asla kabul edilemez. Bugün Gazze'de soykırım yürüten, dünya çapında insanlara zulmeden, onlara yeten ve sefalete sürükleyen Yahudi hükümetine bu kadar küresel destek veren firma ve markalara dünyada karşı bir boykot yaşınasız kalan ve hatta siyasi bir tutum olarak geçmişte bu boykotu eleştiren, bugün bir çatışmayı doğuran milli ve markaya boykot markasının çöküşünün en bariz örneğidir. Bu tavırlar toplumun nezdinde mili kayıpların zayıflamasına sebep olur, ekonomik dengenin ve piyasa dinamiklerinin oranlarına neden olur. Siyasi rekabet ve çatışma ortamının yarattığı güvensizlikten etkilenen para piyasası, borsa, döviz kurları ve ekonomi piyasasının olumsuz sonuçları aynı rekabet ve çatışma ortamını geren grup tarafından siyasi bir dönüşüme dönüşen ekonominin bozuk olması ortaya çıkıyor. Bu davranış davranışı ve söylemi itibarsızlaştıran, paranoyak bir görüntü ortaya çıkıyor.

Toplumlar, kritik dönemlerde/olaylarda verdikleri kararlarla, sergiledikleri davranışlarla sadece bugünü değil, gelecek nesillerin kaderini de karşılaştırıyorlar. Küresel rekabetin çok keskinleştiği, yeni küresel güç odaklarının ortaya çıktığı, savaş terörünün güçlendiği, bağımsızlığı ve şiddetini tehdit eden gelişmelerin yaşandığı bu dönemde sergilenen olayların perdesini iyi görebilir ve bunlara karşı milli bir durma ve irade halinde olmak, geleceğimizin kaderini belirlemek demektir. Günümüzde küresel dengelerin yeniden yazıldığı, güç mücadelelerinin keskinleştiği ve ulus-devletlerin tehdit eden dinamiklerinin arttığı bir dönemdir. Bu noktada, milli bir duruş sadece savunma refleksi değil, aynı zamanda gelecek nesillerin özgürlüğü ve refahını garanti temelinde almanın temel şartıdır. Emperyal güçlerin çıkarları şekillendirilmeye çalışılan siyasi, ekonomik ve sosyal senaryolar, ancak milli bir yapının genişliğiyle yapılabilir. Bugünkü tarihteki olaylar ve sonrasındaki modeller gösteriliyor ki, bugün toplum ve özelde olanlar, verdikleri kararlar ve sergiledikleri davranışlarla bu ülkedeki ve insanların popülasyonları biçimleniyordu.

Unutulmamalı ki, tarih çok çabuk geçiyor, ancak izler ve sorunlar derin iz bırakılıyor. Bu gelişmeler ve tahminlerdeki gelişmeler çok daha zor tedavi ediliyor. resimlerin ve toplumların siyasi tarihlerinde bunun çok ibret dolu örnekleri vardır. Kısa vadede çıkarlar uğruna, uzun vadeli stratejiler feda edenler asla refaha ve güvene kavuşamazlar. Kendi siyasi tarihimizde ve bazı toplumların zamanlarında gördüğümüz gerçek budur ki, siyasal çıkar ve rekabet uğruna ayrışmış ve milli birlik yaşadığı toplumlar, dış güçlerin oyuncağı haline gelir. Milli birlik sıradan bir söylem değil, bir toplum manifestosudur.

Güçlü bir devlet, güçlü bir millet ancak ve ancak güçlü irade sahibi bir toplumla ortaya çıkar. Toplumların ya kendi geleceklerini kendi milli ve manevi/kültürel değerlerine bağlı olarak milli birlik çinde kendilerinin yazar ya da bireysel yazdığı senaryolarda şekil olur.

 

 

 

 

 

 

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: