Ünlü Amerikalı şair Howard Nemerov, Sigmund Freud isimli şiirinde Freud ve psikanalizi şöyle anlatmaktadır:
Her evin bir hayaleti vardı. Mezarlar onun sesiyle açıldı,
Ölüler, onun içinde onun gri rızasıyla yaşadılar:
Onun tercihi üzerindeki yaptıkları kısıtlamalarla,
Tüm yalnızların Orpheus’u olan o, harcandı.
Özel bir cehennemin haritasını çıkardığı akşamlarında,
Bütün şaşkınların kaybolduğu mekansız alemde,
Korkunç kasabalarını rahatsız eden bataklıklarda,
Onlar gibi kaybolmuşçasına, hayatını onlarınkine zincirledi.
Belki de bunu istemeyerek yaptı.
O, korkanlar içinde ödülü kazanan oldu.
O, kendisini onlar için doğal bir örtü olduğunu sandı.
Onların savaştıkları topraklarına, onlardan biri olarak girdi.
Onların en stratejik yalanlardan kurulu kulelerine saldırmak için,
Onların söylemlerini ve küfürlerini kullandı.
Psikanaliz, ilk dönemlerinden itibaren edebiyatla güçlü bir şekilde bütünleşmiş bir psikoloji hareketidir. Psikanaliz ve edebiyat karşılıklı olarak birbirine aşıktırlar ve birbirleri karşısında büyülenmişlerdir. Psikanaliz, kendi teorilerini ve kavramlarını açıklamak için sürekli olarak edebiyatı kaynak olarak kullanmıştır. Edebiyat, psikanalizi kendisini açıklamak için bir kaynak olarak görmektedir. Edebiyat, psikoloji içinde en çok psikanalizi kullanmaktadır. Edebiyat alanında davranışçılık, yapısalcılık, nörolojik yaklaşım gibi akımlardan hiçbir şekilde söz edilmemektedir. Edebiyat, psiksanalizden ve psikolojiden söz etmesine rağmen, bugün psikoloji çalışmalarında maalesef aynı şekilde edebiyata aynı ilgi gösterilmemektedir.Edebiyat ve psikanaliz, birbirine ihtiyaç duyan, kendilerini keşfetmek için birbirlerinin dünyalarına giren iki alandır. Psikanaliz ve edebiyatı birbirinden ayrı düşünmek imkansızlık derecesinde zordur.Freud, modern edebiyatı doğrudan etkileyen en önemli psikolog, filozof ve düşünürlerin başında gelmektedir. Freud, sanatsal ve edebi eserler üzerine yaptığı önemli çalışmalardan dolayı, 1930 yılında Goethe ödülünü almıştır.
Psikanalizin kurucusu Freud’un klasik eseri Rüyaların Yorumu basıldığı zamanlara yakın dönemlerde edebiyatın iki dev başyapıtı olan James Joyce’un Ulysess ve Marcel Proust’un Kayıp Zamanın Peşinde eserleri de basılmıştır. 1922 Yılında basılan Joyce’un Ulysess’i bilincin akışını ve düşüncenin işleyişini esas alan dev bir edebi yapıt olarak karşımıza çıkmaktadır.1913 Yılında yayımlanmaya başlanılan Kayıp Zamanın Peşinde isimli dev yapıtında Proust, insanların anlamı ve zamanı kaybetmesini hatıralar ve hafıza üzerinden anlatmakta, gerçekliğin işaretlerini bulmanınpeşinde koşan karakterler kurgulamıştır. Freud, Joyce ve Proust, insanın kendi ruhundan, bilincinden ve düşüncesinden sorumlu olmasını, kendini tanımak için sürekli çaba içinde olmasını edebi ve psikolojik anlatılarla ortaya koymaya çalışmışlardır. Edebiyat ve psikanaliz, anlatı etrafında başlamakta, gelişmekte ve ilerlemektedir.
Freud, 1899 Yılında psikanalizin en önemli eseri kabul edilen Rüyaların Yorumu isimli kitabında bilinç dışı süreçlerin rüyada bir isteği kurguladığını ve ikincil olarak bu isteğin tatmin edildiğini ifade etmektedir. Freud, rüyaların bilinçdışını keşfetmek için bilinçdışına giden kral yolu olduğunu söylemektedir. Bastırılmış arzularımız ve isteklerimiz, uykuda bile peşimizi bırakmamaktadır. Bastırılmış arzular ve istekler, aslında rüyalarda ortaya çıkmaktadırlar. Rüyalar, bastırdığımız isteklerin kapalı bir şekilde ortaya çıktığı ve tatmin edildiği tecrübelerdir. Rüyalar sayesinde zihnin bilinçdışı faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olmaktayız.Freud’un bahsettiği rüyalar, bizim derin ve karanlık arzularımızla ilgili arzulardır. Freud, karanlık ve derin arzularımızı anlatan rüyalarla ve edebi ürünlerle ilgilenmektedir.
Freud, Rüyaların Yorumu’na, Virgil’den alıntıladığı şu cümleyle başlamaktadır: “Eğer tanrıları sallamayı başaramazsam, Acheron (mitolojideki cehennem ırmağı) ırmağını geçmeyi başarmalıyım.” Tanrıları sallamayı ve cehennem ırmaklarının derinliklerine inmeyi göze alan Freud, bilinçdışının karanlık bölgelerini keşfetmeyi ve aydınlığa çıkarmaya cüret etmiştir.Freud, bilinç ve akla göre hareket eden insan anlayışını yıkarak insan zihninin bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı arasında çatışmalardan oluşan biir yapı olduğunu göstermiştir. Bilinçdışı, Freud’un insan algımızda meydana getirdiği Kopernik devrimidir.Psikanalize göre herkesin evi, kendi kişiliğidir.Mezar gibi hiçkimsenin girmeye cesaret edemediği kişiliğimizin karanlık dünyası, Freud’un bilinçdışını keşfetmeye ve yüzleşmeye çağıran cüretkar davetiyle aydınlanmaya başlanmıştır.
Bilinçöncesi, her zaman farkında olmadığımız ve gerektiğinde farkında olduğumuz bilgileri kapsamaktadır. Evimizin anahtarının nerde olduğu bilgisinin her zaman farkında değiliz. Gerektiği zaman evimizin anahtarının nerde olduğunu hatırlamakta ve onu bilinç düzeyine çıkararak kapıyı açma ihtiyacımızı gidermekteyiz. Bilinçöncesi ve bilinç düzeyi bilgilerini, çok kolaylıkla hatırlamaktayız. Hatırlanması ve anlaşılması zor bilgiler ve hatıralar, bilinçdışına aittir. Bilinçdışına ait bilgileri hatırlamak, imkansızlık düzeyinde zordur. Freud, bilinçdışına ait bilgilerin ve tecrübelerin, özellikle rüyalarda kurgulandığını söylemektedir. Bilinçöncesi, bilinç ve bilinçdışı süreçlerini keşfeden Freud, evimiz olan kişiliğimizin üç ana farklı odadan oluştuğunu söylemektedir. Kişiliğimizin en tehlikeli odası İd’tir. İd odasında, cinsellik, saldırganlık ve yıkıcılık dahil bütün tehlikeli ve kontrol edilmesi zor arzularımız, isteklerimiz ve güdülerimiz bulunmaktadır. İd odasındaki arzular anında tatmin edilmeyi istemekte ve kendilerini dayatmaktadırlar. İd, haz ilkesine göre çalışmaktadır. İd, içimizdeki ötekidir. Arzularımız, içimizdeki öteki olan id’in arzularıdır. İd’in kontrol edilmesi zor arzularını ve isteklerini frenleme ve onları sosyal açıdan kabul edilebilir hale getirme işi, evin ikinci odası olan Ego’nun görevidir. Ego, gerçekçilik ilkesine göre çalışan kişiliğimizin yöneticisi durumundadır. Ebeveynlerin ve toplumun ahlak değerlerini içselleştirmemizi sağlayan ve bilincimizde iyi-kötü-doğru-yanlış gibi yargılarda bulunmamıza neden olan , yaptıklarımızdan suçluluk ve pişmanlık duymamızı sağlayan Süperego bulunmaktadır. Ego, sürekli olarak İd ve Süperego’dan gelen baskıların altında bulunmaktadır. Kişiliğimizin İd-Ego-Süoperego odaları arasındaki çatışmalar ve ilişkiler, Oedipus Kompleksi, Elektra Kompleksi, Kastrasyon, Katarsis, Haz ilkesi, Gerçekçilik ilkesi, Savunma mekanizmaları, psiko-seksüel gelişim aşamaları, libido, cinsellik, Thanatos gibi kavramlarla çözümlenmeye çalışılmaktadır. Freud, kişiliğimizin birbiriyle çatışma içinde olan farklı katmanlarını kurgulayarak edebiyat, felsefe ve sanat için insanın keşfedilmeyi bekleyen bakir bir coğrafya olduğunu göstermiştir. Psikanaliz, bilinçdışı süreçleri üzerinden insana dair yapılan radikal bir okumadır. Psikanalizin radikal insan okuması, felsefeye, edebiyata ve sanata uçsuz bucaksız ufukların açılmasına neden olmuştur.
Freud’un kendi evimiz olan kişiliğimizde bilinçdışı bir alanı keşfetmesi, kendi evimizin içinin dahi efendisi olmadığımızı göstermektedir, çünkü Freud, insan kişiliğinde (psyche-psişe) akıl ve irade dışı süreçlerin gerçekleştiği bir alemden söz etmektedir. İnsan kişiliğinde bilinçdışı şeklinde irrasyonel bir dünyadan veya ötekiden söz eden Freud, insanı akıl merkezli anlamaya çalışan klasik felseden koparmakta ve onun önüne büyük bir meydan okuma bırakmaktadır.İçinde yaşadığımız kültür, din, siyaset, tarih ve kimlik, kişiliğimizi hep karartmakta ve maskelemektedir. Kişiliğimizi karartan ve maskeleyen aile, din, kimlik ve kültür gibi kurgular, insanın erdemlerden, bilgeliklerden ve doğrulardan oluşan yüce bir varlık olduğu şeklinde bir yanılsama oluşturmaktadırlar. Psikanalizin amacı, insanı yüzeysel olarak boşaltmak ve rahatlatmak değildir. Psikanaliz, iyileşmek ve olgunlaşmak için insanın yanılsamalar, yanılgılar ve yalanlar dünyasından uyanmasını ve ayık hale gelmesini istemektedir.Yalanların, yanılgıların ve yanılsamaların neden olduğu karanlık tarafımızla yüzleşmek ve hesaplaşmak için ayık bir bilinçle diri bir amaç ve anlam üretmeye ihtiyacımız vardır.Ayık olmak için hayatımızın karanlık, kirli, akıldışı, ahlakdışı ve karartılmış tarafına odaklanmamız lazımdır.İnsan kişiliğinin akla göre işleyen rasyonel bir makine olmadığını gösteren Freud, insanın yeniden anlaşılmaya ihtiyacı olduğunu iddia etmektedir.Psikanalize göre insanın yeniden kendini tanıması için, bilinçdışını tanıması, düşünmesi ve keşfetmesi gerekmektedir. Freud, insana bilinçdışını tanı demektedir.
Ebeveyne sahip olmak, herkeste Oedipus Kompleksi denilen çocuk ve ebeveyn arasındaki o derin çatışmaya mahkum olmak anlamına gelmektedir. İnsanlık medeniyetinin sanat, din ve edebiyat dahil her alanında Oedipus Kompleksi’nin neden olduğu huzursuzluk ve rahatsızlık vardır. Oedipus kompleksinin insanı huzursuz ve rahatsız etmesine karşılık Freud, insanın düşünceleri ile hayatı arasında gerçekçi bağlar kurmasını, coşkuyla ve tutkuyla hayata ve kendisine sarılmasını önermektedir.Bilinçdışı olmayan bir insan yoktur. İnsan, bilinçdışıyla çepeçevre kuşatılmış durumdadır. İnsanın ötekisi bilinçdışıdır. İnsanın içindeki ötekisi olan bilinçdışının hikayesini yazmak, edebiyatın önündeki çetin meydan okumadır. Sahici edebiyat, bilinçdışının hikayesini sahici olarak yazmayı başaran edebiyattır. Akıl ve irade dışı olan bilinçdışının hikayesini yazma şeklinde edebiyata yeni bir misyon yükleyen Freud, edebiyattan imkansızlık derecesinde zor bir işi yapmasını istemektedir.
Freud, bilinçdışının hikayesini sahici bir şekilde yazmayı başaran gerçek edebiyatçılara hayrandır. Freud, bilinçdışının edebiyatta keşfedileceğini düşünmektedir. Freud’un hayran olduğu edebiyatçılar ve filozoflar arasında Nietzsche, Schopenhauer, Sofokles, Goethe, Kiplin, Dostoyevski, Shakespeare, Milton, Henrich Heine vardır. Freud, Sophocles’in Eoedipus Rex’ini, Shakespeare’in Hamlet’ini ve Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşleri’ni bilinçaltının hikayesini sahici bir şekilde anlatan evrensel edebiyat yapıtları olarak görmektedir. Babayı öldürme konusunu işleyen bu üç eserde kadın yüzünden arkasında cinsel motivasyonun olduğu düşünülen babaya duyulan düşmanlık işlenmektedir.Freud’a göre Shakespeare’in Hamlet oyununda Hamlet’in bütün davranuışlarının arkasında Oedipus Kompleksi vardır.Freud, Oedipus Kompleksini, Sophocles’in Oedipus Rex isimli trajedyasından almıştır. Freud, Oedipus hikayesini Sophocles’in trajedisinden alarak Oedipus Kompleksi’ne dönüştürmüştür. Freud, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşleri isimli eserini şimdiye kadar yazılmış en mükemmel roman olarak nitelemektedir.Freud, Arthur Schnitzler’e ruh ikizim demekte ve onun Reigen başta olmak üzere oyun türü yazdığı eserlerde kendi düşüncelerini, önerilerini, ilgilerini, fikirlerini ve önerilerini bulduğunu söylemektedir. İnsana ait cinselliği ve bilinçdışılığı berrak bir şekilde ortaya koyan edebi yapıtlara Freud, her zaman ilgi duymuştur. Bütün insanların hayatları boyunca yüzyüze kaldığı meydan okuma, çocuklukta yaşanılan oedipal problemler bağlamında çocukların kendilerini ebeveynleriyle ilişkilerini nasıl sürdürdükleridir.
Freud, şairleri ve filozofları bilinçdışının kaşifleri olarak görmektedir Kendisini bilinçdışının incelenmesini sağlayacak bir bilimsel yöntemin öncüsü olarak gören Freud, şiir ve bilinçaltı arasında sürekli olarak yakın bir ilişki kurmaktadır. “Şiirin kaynağının bilinçaltında kutsal, isimsiz bir menba-kaynak olduğunu” söyleyen Ahmet Haşim, aslında Freud’un şiir-edebiyat özdeşliğini ifade etmektedir.Freud, cinsellik ve hayatta kalma güdülerini, açlık ve sevgi şeklinde dünyanın mekanizması olduğunu söyleyen Schiller’den esinlenmiştir. Freud’a Oedipus kompleksini keşfettiren kaynaklar, Shakespear’in Hamlet isimli oyunu ve Sophocles’in Oedipus Rex isimli trajedyasıdır. Freud, psikanalizi edebiyatın dünyasında keşfetmiştir. Freud, edebiyata psikanaliz olarak yaklaşmaktadır.
Psikanaliz, insanı sadece biyolojik bir düzen veya dış dünyadan gelen uyarıcılara tepki veren bir makine olarak görmemektedir.Freud, id, ego ve superego kavramlarıyla içimizdeki farklı kişilikleri ifade etmektedir. Psikanaliz, insan çözümlendikçe insanın içindeki farklı kişiliklerin ortaya çıkacağını söylemektedir, Lacan, hayali, sembolik ve gerçek ayırımlarıyla varlığımızın farklı boyutlarına vurgu yaparken, ayna imajı, ego ve süje ile içimizdeki diğer benlikleri ifade etmektedir.Edebiyat, insanın farklı benliklerinin dil yardımıyla anlatılmasıdır. Psikanaliz ve edebiyat yoluyla kişiliğimizin karanlık ve tehlikeli bölgelerine yaptığımız yolculuklar sonunda, hiçbir şekilde aynı olarak kalmamakta, büyük değişimler geçirmiş olarak kendimize dönmekteyiz.
Bir edebi eser sadece kişisel değildir. Bir edebi eserin kültürel, tarihsel ve sosyal arkaplanı vardır. Bir edebi eseri rüya veya Oedipus Kompleksi gibi çok kişisel, sübjektif ve işlevsiz bir yaklaşımla açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışmak, belkide edebi eserin arka planını zayıflatmak veya boşaltmak tehlikesini kendisiyle beraber getirebilir. Psikanalizin, edebiyatı çok yönlü yaklaşımımızı zenginleştireceğini mi veya zayıflatacağımı sorusunu ciddiyetle gündemde tutmakta yarar vardır.Psikanaliz, edebiyatın psikolojik süreçlerini anlamada önemli bir yoldur, ancak tek güvenilir yaklaşım değildir.
Freud’un psikanalizi şairlerin dünyasında keşfetmesi şaşırtıcı değildir. İnsan ruhunun derinliklerini anlama konusunda derin bir idrake sahip olan şairler, bir psikolog gibidirler.Her şairde psikologluk vardır, ancak her psikologda şiir ve şairlik yoktur. Sürekli yeni anlamlar ve sözler üretmenin peşinde koşan şair, insanın bilinçdışına dair her zaman yeni şeyler söyleme yeteneğine sahiptir. Kendi bilinçdışı dünyasının gizemlerine sahip şair, aynı zamanda diğer insanlarında gizemli bilinçdışı dünyalarını anlayan ve ifade edebilen kişiliktir. Şair, sadece kendisi değildir. Şair, hem kendisi, hem başkalarıdır.Freud, şairleri psikanalizin en yakın müttefikleri olarak görmektedir. Şairler, özgün, özgür ve bireysel kimlikleriyle bilinçdışını şiir olarak ete kemiğe büründürebilirler. Bilinçdışı olarak adlandırılan süreç, şairde şiir olarak görünmektedir. Psikanalizi mobilize ve motive eden güç, edebiyattır, şiirdir ve romandır. Psikanaliz, şiirle, romanla ve edebiyatla harekete geçmesine rağmen aynı zamanda şiirin, romanın ve edebi eserin içeriğinden şüphe etmekte, sürekli içeriklerini sorgulayarak bilinçdışı süreçlerini anlamak için sarf etmektedir.
Edebiyat ve psikanaliz arasında ilgiler ve ilişkiler kurmak her zaman mümkündür. Psikanaliz, her zaman edebiyatı ve sanatı bilinçaltının muhtevasını maskeli bir şekilde anlatmaya yarayan bir form, insanın fantezi, erotizm ve cinsellik dünyasının toplumsal açıdan kabul edilir hale getiren bir faaliyet olarak görmektedir.İnsanların İd’in hazlarını yeterince yaşamamaları ve gerçekçilik adına ebeveynin ve toplumun beklentilerine uygun yaşamaya mahkum olmaları, onların derin bir nevroz yaşamalarına neden olmaktadır. Bütün insanlar, şu yada bu şekilde bu nevrozu yaşamaktadırlar.Edebiyatın, şiirin, sanatın doğumunun arkasında bu nevroz vardır. Psikanaliz, bizim ne olacağımızın çocuklukta kurulan tiyatro sahnesiyle belirlendiğini söylemektedir. Bizim bütün kırılganlıklarımızın ve travmalarımızın kökeninin çocukluktan geldiğini söylemektedir. Psikanaliz, edebiyatın arkasında bu çocukluk tiyatrosunu görmeyi istemektedir. Edebiyat, sanat, şiir ve roman, bizi nevrozdan özgürleştiren normalleştiren, iyileştiren ve geliştiren faaliyetlerdiir.
Edebiyat, insanın kendi iç dünyasını, ruhunu veya bilinçaltını sürekli keşfetmesi, üretmesi, anlaması ve anlatıya dönüştürmesidir. Edebiyata farklı psikanalitik yaklaşımlar söz konusudur. Bütün farklı psikanaliz yaklaşımları, edebiyatın psyche dediğimiz insan kişiliğini sarıp sarmaladığını kabul etmektedir. Başka bir ifade ile insan kişiliğinin her tarafında edebiyat olduğu kabul görmektedir.Edebiyat ve sanat, bilinçaltını yaratıcı bir imaginasyonla yeniden ifadelendiren güçlü faaliyetlerdir.Bir içe bakış tecrübesi olarak edebiyatın insanın psikolojik dünyasını anlatma eğilimine girmesini, psikanaliz meşrulaştırmakta ve teşvik etmektedir. Psikanaliz ve Freud, insan cinselliğinin sahici bir şekilde konuşulmasını ve anlatılmasını gerekli ve önemli görmektedirler. Psikanaliz, edebiyat ve sanat yoluyla insanın cinselliği dahil bütün bilinçaltı dünyasını sahici bir şekilde anlatıya dökmesini önemsemektedir. Kültürün cinselliği baskı altına almasına karşı olan Freud, edebiyatın, özgürce cinsellik dahil bilinçaltını anlatıya dönüştürmesini çok değerli bir imkan olarak değerlendirmektedir.
Psikanalitik edebiyat yaklaşımı veya kritiği, metnin karakterlerini açıklamaktan ibaret değildir. Psikanaliz, metin ve yazar arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışır. Metnin tamamı yazarın bilinçli ve bilinçdışı davranışlarına, çatışmalarına, kararlarına, bastırılmış arzularına ve süreçlerine bağımlı olarak görülür. Psikanaliz, edebi metni yazardan bağımsız değil, ona bağımlı olarak görür.Yazar, bastırılmış arzularını ve isteklerini, metinde sosyal açıdan kabul edilecek hale getirerek ortaya koyar. Metin, yazarın süblimasyonudur. Metin ve yazar, birbirinden ayrılamaz.Metni anlamaktan geçen yol, yazarın bilinçdışını keşfetmekten geçmektedir.Okuyucunun metne olan tepkisini önemsemesine rağmen Psikanaliz, okuyucuya, metni anlamlandırmada yardımcı kaynak olarak bakmaktadır. Metnin anlaşılmasında asıl kaynak, yazardır.
Metin-yazar ilişkisi çok önemlidir. Metni yaratan yazarmıdır yoksa yazarı yaratan metinmidir sorusu önem kazanmaktadır. Hamlet’i yaratan Shakespeare ’midir yoksa Shakespeare’i yaratan Hamlet’midir sorusunu sormak lazımdır. Belki bu bağlamda Shaekspear’i ve Hamlet’i yaratan okyucunun kendisimidir? sorusunun sorulması da gereklidir.Okuyucu olmadan Shakespeare ve Hamlet’in olması mümkün müdür? Belkide metin ve yazar, birlikte kendi okuyucularını yaratmaktadırlar. Okuyucu, metin ve yazar arasındaki gizemli ilişkilerin çözülmesi açısından psikanaliz, önemli soruların gündeme getirilmesine katkı sağlamaktadır.Psikanaliz, yazarı, metni ve okuyucuyu yaratan dinamiğin bilinçdışının kendisi olduğunu söylemektedir.
Psikanaliz, bir şiirin veya metnin birçok açıklamaya konu olabileceğini kabul etmektedir. Psikanaliz, edebi metni her açıdan çözme amacı taşımamaktadır. Psikanaliz, edebi metnin yazarın veya şairin bilinçaltıyla ile olan ilişkisini ortaya koymayı amaçlamaktadır.Psikanalizin amacı, edebi metnin görünmeyen bilinçaltı katmanını açıklamak ve su yüzüne çıkarmaktır. Psikanalist edebi kritik, bir metinle ilgili yapılan herhangi bir açıklamaya kendini rakip görmez. Metnin görünen katmanlarına yeni anlamlar yükleyen psikanaliz, metnin anlam dünyasını tam bir kompleks haline getirmeyi amaçlamaktadır. Psikanaliz açısından edebi metnin ve yazarın, bilinçdışı süreçlerde saklı bulunan karanlık ve kirli taraflarını anlatıp anlatmadığına bakılmaktadır.Metin kompleksinin oluşmasına, psikanaliz bir tuğla koymaktadır.Metni açıklamak, yazarın zihnini açıklamaktan ayrı düşünülemez. Psikanaliz, metin ve yazarı birlikte açıklamaktadır. Metin ve yazarı birlikte açıklamasına rağmen psikanaliz, bir edebi metni, yazarın bir kopyası olarak görmemektedir. Psikanaliz, edebi metni yazarın bilinçdışı dünyasını yansıtan önemli bir ürün olarak görmektedir. Bilinçdışı olmasaydı, büyük ihtimalle edebiyat olmayacaktı. Edebiyatın tanrısı, bilinçdışıdır.
Edebiyat, rüya gibi hem açığa çıkarmakta, hem bastırmaktadır. Edebi metnin, rüya gibi görünen ve görünmeyen iki tarafı vardır. Yazarda, metinde ve okuyucuda bilinçdışının harekete geçmesiyle bastırılan güdüler ve arzular açığa çıkmakla birlikte aynı zamanda gizleme ihtiyacı da ortaya çıkmaktadır.Metindeki ve yazarın bilinçdışı dünyasındaki açığa çıkan ve bastırılan çelişkiler ve çatışmalar, edebi eseri değerli bir insani doküman haline getirmektedir. Psikanaliz, edebi metne bilinçdışına dair insani doküman olarak bakmaktadır.Edebi eser, bilinç-bilinçdışı çatışmasının vücut bulmasıdır.Psikanaliz, eserin, sanatsal değerinden ziyade bilinç-bilinçdışı çatışmasını kurgulamasına yani psikanalitik değerine bakmaktadır. Sanatçılar, şairler, edebiyatçılar, sürekli olarak psikanalizin farkında olmuş insanlardır. Kurdukları karakterlerin iç dünyalarını, cinselliklerini, suçlarını, saldırganlıklarını, yıkıcılıklarını, bastırılmışlıklarını, sindirilmişliklerini, ahlaksızlıklarını eserlerinde hep anlatmışlardır.Psikanaliz, edebiyatın ve şiirin elinde hazır olan gerçekleri bir anda bulmaktadır.Psikanaliz, edebiyatta doğal olarak varolan bir yaklaşımdır. Psikanaliz ve edebiyat birbirinin varlığını gerektirmektedir. Edebiyatın olduğu yerde psikanaliz, psikanalizin olduğu yerde edebiyatın varolması kaçınılmazdır. Edebiyat psikolojik algılara ve anlayışlara kaynaklık etmektedir. Edebiyat, psikanalize yön verebilir. Freud, insan psikolojisini analiz ederken sürekli olarak edebiyatı gözönünde bulundurmuştur. Freud, bilinçaltı ve dil arasındaki ilişkileri edebiyat üzerinden sağlamıştır. Edebiyat, bilinçaltındaki bastırılmış malzemenin aydınlanması için psikanalize ışık tutmaktadır.
Psikanaliz, yazarın bilinçli bir şekilde metne koyduğu içerikle ilgilenmemektedir.Psikanaliz, yazarın metne koyduğunun farkında olmadığı bir şeyi açıklamaya çalışmaktadır. Psikanaliz, yazarın, metne bilinçdışını farkında olmadan koyduğunu iddia etmektedir. Başka bir ifade ile metin, buzdağının görünen yüzüdür. Buzdağının görünmeyen derinliklerinde ise yazarın bilinçdışı vardır. Psikanaliz, edebi metinnde yazarın bilinçdışını yeniden inşa etme amacındadır. Bilinçdışı olmadan bir edebi metnin ruhsuz, cansız, kuru, verimsiz, yüzeysel ve sönük kalacağını psikanaliz göstermektedir.Bir edebi eserin yazarı, psikanaliz açısından hiçkimseden farklı değildir. Onun bilişsel süreçleride bilinç, bilinç öncesi ve bilinçaltından oluşmuş olup, onun zihin dünyası da bu bilişsel süreçlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkmaktadır. Dostoyevski veya Goethe’nin bilişsel süreçleri ile diğer insanlarınki arasında hiçbir fark görülmemektedir.Psikanaliz, edebi metindeki karakterlerin duygularından ve özelliklerinden ziyade, yazarın bilinçdışı dünyasına dair yeni şeyler söyleyerek metnin anlamını ve yapısını yeniden oluşturmaktadır.Psikanaliz, edebi metinde olanlarla değil, edebi metinde görülmeyen olan yazarın bilinçdışına bizi yönlendirmektedir. Her edebi metin, yazarın bilinçdışına yapılan bir yolculuktur. Freud’un yazarın psikanatlitik dünyasına odaklanması, yazarı hep yaşatan bir durumdur. Psikanaliz edebi yorumda, yazarın ölümü, metnin ölümü diye bir şey söz konusu değildir. Yazar, yazdığı metinle bilinçdışını ölümsüz hale getirmiştir. Bilinçdışının sürekli analiz edilmesi, yazarı ve metni ölümsüzleştirmektedir. Okuyucu, hiçbir zaman asıl olarak yazar ve metin yerine geçememektedir, çünkü okuyucu, bilinçdışını yazar ve metin kadar başarılı bir şekilde ortaya koyamamaktadır.
Edebi metindeki karakterler gerçek değildirler, kurgudurlar. Psikanaliz ise gerçek insanlarla ilgilenmektedir. Psikanalizin, metindeki karakterlerle, yazarın ve diğer insanların bilinçdışı gerçekliklerinin kurgusu olarak ilgilenmektedir. Psikanaliz, edebi metinde gerçek ve kurgunun birbirine karıştığını kabul etmektedir. Gerçeğin ve kurgunun birbirine karıştığı metinlerde yazarın veya diğer insanların bilinçdışılarını yeni bir gerçeklik veya kurgu olarak keşfetmeye çalışmak, çok zor bir işe kalkışmak anlamına gelmektedir. Yazar, yazdığı eserde kendi edebi veya şiirsel kurgusunu oluştururken, psikanalizde edebi eserde kendi psikanalist kurgusunu oluşturmaktadır.Edebi eserde olduğu gibi, psikanalizde de saf gerçek yoktur. Edebiyat ve psikanaliz, kendi kurgularını yaratarak insan gerçekliğinin farklı yüzlerini göstermeye çalışmaktadırlar.
Edebiyat alanında yapıtlar, şiirler ve sözler ortaya konduktan sonra edebi ürünler, artık herkesin kullanımına açık olan kamusal ürünler haline gelmektedirler. Kamusal hayatın doğal parçası olan edebi ürünleri, psikanaliz, popülizm için kullanmamaktadır. Psikanaliz, kamusal alanda herkesin kullanımına ve anlayışına açık olan edebiyatın, en üst düzeyde kendi içinde sakladığı gizemleri ve derinlikleri keşfetmeye çalışmaktadır. Psikanaliz, edebiyatın popülizme değil, psikolojiyle ve psikeyle anlaşılmasını istemektedir. Edebiyat ve psikanalizi ciddiye almak lazımdır. İkisi de eser ve yazar üzerinden insanı keşfetmek, anlamak ve anlatmak ister. Psikanaliz, edebiyatı ciddiye almaktadır.
İnsan hayatında acı ve zevk içiçe geçmiş durumdadır. Freud, ölüm ve hayattan birlikte bahsetmektedir. Hayatın arkasındaki itici güç olarak libidodan söz ederken aynı zamanda yıkıcı güç olarak Thanatos’tan (ölüm) sözetmektedir. Ölüm ve hayatın, zevk ve acının içiçeliği insanın trajedisidir. Edebiyat, ölümü ve hayatı, zevk ve acıyı içiçe geçmiş şekilde anlatan eserlerle doludur.
Bilinç ve bilinçdışı, statik bir yer veya sonuç değildir. Aktif, dinamik ve değişken bir süreç olarak bilinçdışı, insan üzerinde sürekli olarak etkilidir. Sürekli aktif olma özelliğinden dolay, bilinçdışı içindekileri kendine saklamamakta, onların dışarı çıkmasına günyüzü görmesine neden olmaktadır. Bilinçdışında saklı kalan bir şey yoktur. Bilinçdışı, sürekli olarak kendini açığa çıkarmasına rağmen, bilinçdışında sürekli bir şeyler karanlıkta kalmaktadır. Edebiyat, bilinçdışının ortaya çıkardığı malzemeyi kullanan, değerlendiren ve işleyen bir faaliyettir.
Bilindışı, bilinçte ortaya çıkan her şeyle eşit demek değildir. Bilinçdışı, bastırma (represyon) demektir. Bilinçdışına baskıladığımız arzularımız, isteklerimiz ve hazlarımız, uzun süre bilincimizde gözükmeselerde onlar kaybolmamaktadır. Hiçbir kişi veya toplum, bilinçdışına bastırılan malzemenin dönmemesi şeklinde bir ayrıcalığa sahip değildir.Onlar, küçük kişilikler veya hayaletler gibi peşimizi bırakmamaktadır. Baskı altına alınan malzeme, su yüzüne çıktıkça, biz onları baskılamaya hayat boyu devam edeceğiz. Bilinçdışına istenmeyen arzuları baskılama çabası devam ettikçe, edebiyatta devam edecektir.
Sürekli olarak baskılama, insan için problemdir. Baskılamanın başarılı bir şekilde gerçekleşmemesi sorundur. Baskılamaya karşı çözüm, gereksiz ve verimsiz bastırma çabasından vazgeçip insanın karanlık istekleriyle yüzleşmesi ve onları görmesidir.Bilinçdışına sürekli olarak istenmeyen duygularımızı ve isteklerimizi bastırmamız, herkesin yaptığı bir faaliyettir. Bastırma, sadece anormal olarak nitelenen bir gruba ait değildir. Bastırma, herkesin normal özelliğidir. Psikanaliz, bütün edebiyatın psikanaliz açısından incelenmesini normal ve gerekli görmektedir. Psikanalizin kapsamına Kitab-ı Mukaddes’ de dahildir, Goethe’nin Faust’uda dahildir.Bütün kitaplar, psikanaliz açıdan incelenmeye muhtaçtırlar. İnsanın karanlık isteklerini anlaması, ifade etmesi ve yapılandırması zordur. Edebiyat, insanın karanlık istek ve arzularını ifade etmede ve sunmada önemli bir işleve sahiptir.
Psikanaliz, edebi metnin kişinin bilinçaltı arzularına, bu arzuların tatmin edilip edilmediğine dair çok şeyler söylediğini farz etmektedir Edebi metin, aslında yazarla ve okuyucularla ilgilidir. Psikanaliz, edebi metni yazarın ve okuyucunun bilinçaltını keşfetmek için araçsallaştırmaktadır. Edebiyat, bu bağlamda psikanalize hizmet eden bir araçmıdır sorusu önem taşımaktadır.
Edebiyat, bir yolculuktur. Psikanaliz, yolculuğun zorluklarını kolaylaştıran bir dinlenme tesisidir. Dinlenme tesisi olarak psikanaliz, bazı ihtiyaçları karşılıyor diye edebiyata hükmedemez ve ona kendini dayatamaz. Psikanaliz, yolculuğun sonlanacağı ve varılacağı ev değildir. Bütün edebiyatı Oedipus Kompleksi açısından açıklamak, Oedipus Kompleksi’ni bir Oedipus despotizmine dönüştürebilir.
Freud’a göre yazma ve oynama davranışları arasında bir fark yoktur. Yazma davranışı, eğlenmek, öğrenmek ve boşalmak için yapılan bir davranıştır. Tatmin olmayan insanlar, sürekli fantaziler kurarlar. Edebi metinler, yazarın doyumsuzluğunun veya arzularını tatmin etmemesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Gündüz düşleri, bastırılmış Oedipal isteklerdir.Edebi yazıyı, çocukluktaki oyunların devamı olan gündüz düşleri gibi gören Freud, oyun, çocuğun cinsel arzularını örtülü bir şekilde temsil ettiği gibi, edebi yazıda yazarın bastırılmış duygularını temsil etmektedir. Yazar, yazı yoluyla bastırılmış duygularını ve isteklerini kabul edilebilir ve haz alınabilen bir şekle sokmaktadır.Freud, yazarın yaratıcılığının arkasında fantazileri görür ve kişinin sanatsal yaratıcılık süreçlerinin üzerinde durmakla ilgilenmemektedir. Fantezi, edebiyattır ve yaratıcılıktır.Freud, edebi metinlerin, rüyalar gibi görünen ve görünmeyen anlamları olduğunu söylemektedir.Metin ve rüyalar tam olarak yorumlanamazlar. Sürekli olarak onlarda bir belirsizlik vardır. Edebi metinler, sürekli olarak yeni anlamlara gebedirler. Freud, metni yazarın kişisel hikayesinden ayrı tutmamakta ve çocukluk dönemi oedipal çatışmalar ışığında çözümleme yapmayı önermektedir.Bastırılmış bir isteğin dışa vurumu olan hayal, durmadan devam etmek isteyerek hayat bulmak ister. Bu durumda hayal, insanın gerçekle ilişkisini kopartabilir.
Edebiyat, kendisinin fantaziler dünyasında bir psikoloji olduğunu kabul etmez. Edebiyat, yoğun bir şekilde insani ve toplumsal durumla ilişkilidir. Birey, insanlığın bütün olumlu ve olumsuz taraflarına katılan bir varlıktır. Edebiyatçı, psikanalist değil, gerçekçidir. Dostoyevski, bu anlamda psikolog değil, gerçekçi olduğunu söylemektedir. Bir edebiyat metnini salt psikanalitik vaka olarak çalışmak, edebi eserin insanlık için ifade ettiği önemini, sanatsal açıdan değerini gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Psikanalitik yaklaşım, önemlidir, ama tek yaklaşım değildir. Edebi esere birçok farklı açıdan bakmak gerektiğini unutmamak lazımdır.
Freud’un aksine Jung, sanatsal yaratıcılığın kolektif bilinçaltının ve arketiplerin ürünü olduğunu söylemektedir.Arketiplerin harekete geçmesiyle kişideki yaratıcılık harekete geçmektedir.Jung açısından edebiyat, insanlığın ortak psişik ve kültürel özelliklerini anlatmakta ve ifade etmektedir. Jung, edebiyatı ve sanatı bir nevroz olarak görmemektedir. Jung’a göre edebiyat, psikanaliz değil, kolektif bilinçaltı ve arketiplerdir.
Psikanaliz, bilinçdışına dair söylenilenlerin hep eksik kaldığını düşündürtmektedir. Bilinçdışı konusunda her şeyi tam olarak söylemek mümkün değildir. Hiçbir edebi metin, bilinçdışının tam bir hikayesini sunamaz. Dil, bilinçaltını anlatmak konusunda yetersiz kalmaktadır. Edebiyatın, sürekli olarak insan tarafından insan hakkında söz söyleyen faaliyet olması, onu insan psikolojisini anlayan ve anlatan en önemli çalışma haline getirmektedir. Psikanaliz, yaşanılanların arkasında olanların peşinden gitmesine rağmen bilinçdışı, ısrarla kendisini gizlemekte, gizemli kılmakta ve belirsizleştirmektedir.Edebiyat, insanın bilinçdışı dahil farklı boyutlarını dil aracılığıyla ifade ederek kendimizi tanımamıza katkı sağlamaktadır. Edebiyat, bize farklı yönlerimizi gösterdikçe standartlardan farklı düşünebileceğimizi ve hissedebileceğimizi görmemize yardım eder.Kendimiz hakkında normalden farklı düşünmek ve hissetmek, bilinçdışı dünyamızın farkında olmaya bağlıdır. Bizleri değiştiren edebiyat ve psikanaliz, bizlerin normal olanın üstünde farklı yeni duygular ve düşünceler içinde olmamızı sağlamaktadır. Edebiyat ve psikanaliz, bizi vasatlıktan kurtarmaktadır.
Yazar ve şair, var olan, düşünen ve bilinçli olan bireydir. Edebi eser, yazarın, varolma, düşünme, düş kurma ve bilincini harekete geçirmesi sonucu oluşmaktadır. Yazara, ne yazıyorsun diye sorulduğunda, kendimi yazıyorum diye cevap verebilir. Freud, bu soruya Oedipus Kompleksini yazıyor diyebilir. Bilinçdışı, yazarın ve ondan fazlasının hikayesinin bir parçası olabilir, ancak onun tamamı değildir. Yazar, bedeniyle, ruhuyla, ilgileriyle ve ilişkileriyle düşünen, duygulanan ve düşleyen, dille ifade eden, anlayan ve anlatan insandır. Bütün psikolojik süreçler, edebi eserin oluşması için harekete geçer.Edebi eser, psikanalistin işi değildir. Psikanaliz, edebiyatçının ve şairin işi olmadığı gibi, edebiyat da psikanalizin bir uzantısı değildir. Psikanaliz, edebiyat olmadığı gibi, psikanalitik yazı da edebi yazı değildir. Psikanaliz, yazarın niçin yazdığını sorgulamaktadır. Niçin yazdığını sorgulamak, edebiyatçının işi değildir. Yazarın niçin yazdığını, psikanalist kendine iş haline getirebilir. Edebiyatçı, yazarın nasıl yazdığı sorusunu sorarak kullandığı dili sorgulayabilir. Bütün yakın ilişkilerine rağmen, edebiyat ve psikanalizin yaptıkları işin farklılığının farkında olmaları da önemlidir.
Psikanaliz ve edebiyat aynı şey olmamasına rağmen, psikanalizle kurulan ilişki metnin donuklaşmamasına, üzerinde canlı tartışmaların yapılmasına katkı sağlaması açısından önemlidir. Yazarın psikolojik ve bilinçaltı dünyasına dalmaya çalışan psikanaliz, metni konuşmaya zorlamaktadır. Susan metinler, ölü metinlerdir. Metin kuru kelimelerden ve cümlelerden başka bir şey değil demek, aslında metni susturmak demektir. Metnin arkasındaki psikolojik süreçleri gündeme getirmek, metni konuşmaya zorlamak anlamına gelmektedir.Psikanaliz, metni ve yazarı sürekli olarak konuşmaya zorlamaktadır.
Psikanaliz, sadece Freud ve öğrencilerinin eseri olan bir hareket değildir. Psikanaliz, sadece psikoloji veya psikyatriyle sınırlı bir yaklaşımda değildir. İnsanlığın edebi yapıtları, mitolojisi, hikayeleri, masalları, şiirleri psikanalizle doludur. İnsanlığın bilinçaltı karanlıkları ve karaltıları, sembolik veya literal olarak kendilerini edebiyatta göstermektedirler. İnsanlığın edebi ve şiirsel imajinasyonunun sınırı yoktur. Edebiyat ve şiiri sınırlayan standart bir yapı olmadığı gibi, psikanalizi de sınırlayan hiçbir yapı yoktur. Sınırlanamazlık özelliklerinden dolayı edebiyat ve psikanaliz sürekli olarak kendilerine yeni kompleksler ve eserler üretmektedirler. Freud, insanlığın bilinmez derinliklerini keşfetmek için kendine edebiyatta derin malzemeler bulmuştur. Edebiyat, psikanalize derinlik kazandırmaktadır. Derinlik psikolojisi, derin edebiyatın ürünüdür.Edebiyat, mitoloji, din, dil, sanat, felsefe, etnoloji, biyoloji ve bütün disiplinler, Psikanaliz dediğimiz büyük yapının oluşumuna katkı sunmuşlardır.Psikanaliz, insanlığın şiirlerde, romanlarda, tiyatrolarda, trajedilerde, sembollerde, dinde, mitolojide kaybolmuş kişiliklerine ulaşmayı ve bulmayı istemektedir. Edebiyat ve psikanaliz, insanın günlük hayatında yaptığı sıradan işlerin arkasında bilinçdışı denilen bir büyüleyici dünyanın olduğunu göstermektedir. Psikanaliz ve edebiyat, günlük hayatta yaptığımız hiçbir şeyin tesadüf olmadığını ortaya koymaktadır. Dil sürçmelerimizin, şakalarımızın arkasında hep ucu bucağı olmayan bir bilinçdışı vardır. Psikanaliz ve edebiyatta hiçbir zaman doktrin bütünlüğüne ulaşmak veya dünyayı ve insanı matematiksel kesinlikte gösteren bir yapının kurgulanması mümkün değildir. Edebiyat ve psikanaliz, insanı kompleks olarak niteleyebileceğimiz bir durumla başbaşa bırakmaktadır.