Nuh Muaz Kapan Yazdı: Bir Medeniyet Muhasebesi Olarak Safahat
Nuh Muaz Kapan / Sosyolog
Türk edebiyatının düşünceyle en yoğun biçimde temas ettiği eserlerden biri olan Safahat, Mehmed Âkif Ersoy’un yalnızca şiir külliyatı değil, aynı zamanda bir medeniyet tasavvurunun şiir diliyle ifadesidir. Âkif’in şiiri, bireysel duyarlıkların sınırlarını aşarak toplumsal, ahlâkî ve siyasal bir bilinç alanına yönelir. Bu yönüyle Safahat, estetik bir ürün olmanın ötesinde, yaşanılan çağın sorunlarını teşhis eden ve bu sorunlara karşı bir tavır geliştiren metinler bütünü olarak değerlendirilmelidir.
Safahat kelimesi, “hayatın safhaları, evreleri ve farklı yüzleri” anlamını taşır. Bu başlık, Âkif’in şiir anlayışının anahtar kavramlarından biridir. Çünkü Âkif, şiiri soyut bir hayal alanı olarak değil, hayatın bizzat kendisiyle yüzleşme zemini olarak görür. Onun şiirinde sokak vardır, yoksulluk vardır, savaş vardır, ahlâkî çözülme vardır; ama aynı zamanda iman, umut ve diriliş fikri de vardır. Âkif, yaşadığı toplumun acılarını romantize etmeden, doğrudan ve çoğu zaman sert bir dille dile getirir. Bu tavır, Safahat’ı döneminin birçok şiir anlayışından ayıran temel özelliklerden biridir.
Mehmed Âkif, hem bir şair hem de bir düşünce adamı olarak sanatın toplumsal sorumluluğunu merkeze alan bir anlayış benimsemiştir. “Sanat, sanat içindir.” ilkesine karşı duruşu, estetik kaygıyı reddetmekten ziyade onu ahlâkî ve toplumsal bir amaçla bütünleştirme çabasının sonucudur. Âkif’e göre sanat, toplumdan bağımsız bir alan değildir; aksine, toplumun vicdanı olmalıdır. Bu nedenle onun şiiri, okuyucuyu sadece duygulandırmayı değil, sarsmayı ve düşünmeye sevk etmeyi amaçlar. Safahat’ta şiir, bir süs unsuru değil, hakikati dile getirmenin aracı hâline gelir.
Yedi kitaptan oluşan Safahat, ilk kez 1911 yılında bir bütün hâlinde yayımlanmış; şiirlerin büyük bölümü daha önce Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd dergilerinde okuyucuyla buluşmuştur. Bu dergilerde şekillenen düşünsel atmosfer, Safahat’ın fikrî arka planını da büyük ölçüde belirler. Âkif’in şiiri, İslam ahlâkı, toplumsal adalet, sorumluluk bilinci ve çalışkanlık gibi değerler etrafında şekillenir. Ancak bu değerler, soyut bir öğreti olarak değil, somut hayat sahneleri üzerinden işlenir.
Âkif’in şiirinde birey ile toplum arasında keskin bir ayrım yoktur. Bireyin acısı, toplumun acısıyla birleşir; bireyin kurtuluşu, toplumun dirilişiyle anlam kazanır. Bu nedenle Safahat, yalnızca bir duygu kitabı değil, aynı zamanda bir muhasebe kitabıdır. Şair, hem kendisini hem de mensubu olduğu toplumu sürekli olarak sorgular. Bu sorgulama, yer yer sert bir özeleştiriye, yer yer uyarıcı bir seslenişe dönüşür. Âkif’in dili bu noktada bilhassa önemlidir: Sade, doğrudan ve didaktik olmaktan çekinmeyen bir dil.
Safahat’ın en dikkat çekici yönlerinden biri de zamanla kurduğu ilişkidir. Eser, yazıldığı dönemin sosyal ve siyasal sorunlarını yansıtmakla birlikte, yalnızca tarihsel bir belge olarak kalmaz. Ahlâkî yozlaşma, adaletsizlik, tembellik, sorumluluktan kaçış gibi meseleler, günümüz okuru için de güncelliğini korur. Bu durum, Safahat’ın her dönemde yeniden okunmasını ve yeniden yorumlanmasını mümkün kılar. Metin, okurunu geçmişe değil; bugüne ve geleceğe bakmaya zorlar.
Bu bağlamda Safahat, gelenekle modernlik arasında sıkışmış bir toplumun iç muhasebesini yansıtır. Âkif, çözümü körü körüne bir geçmiş idealizasyonunda aramaz; fakat geleneği dışlayan bir modernleşme anlayışına da mesafeli durur. Onun önerdiği yol, ahlâkî temellerini kaybetmeden yenilenebilen bir toplum fikridir. Bu düşünce, Safahat’ı yalnızca edebî değil, aynı zamanda felsefî ve sosyolojik bir metin hâline getirir.
Sonuç olarak Safahat, Mehmed Âkif’in şahsında bir şairin, bir münevverin ve bir vicdan insanının sesini bir araya getiren bütünlüklü bir yapı sunar. Eser, okuyucusuna hazır cevaplar vermekten ziyade, onu sorularla baş başa bırakır. Bu yönüyle Safahat, okunup tüketilen değil; üzerinde durulması, düşünülmesi ve her dönemde yeniden anlamlandırılması gereken metinlerden biridir. Türk edebiyatındaki kalıcı etkisini de büyük ölçüde bu niteliğine borçludur.