KORKU VE UMUT ARASINDA AVRUPA
Mısır'ın Feyyum kentine yerleşen Melek, "İspanya'da İslam'ın gösterdiği kısıtlamalardan dolayı sıkıntı çektiğini, bu durumun kendisini Mısır'a göç etmeye yönelttiğini, bölgede burada bulduğunu" dile getirdi. Portekiz'in başkenti Lizbon'da bulunan, kendilerinin “1143” Grubu Üyeleri olarak adlandırdığı aşırı sağcı bir grup, “Avrupa'nın İslamlaşmasına Karşı” sloganıyla yürüyüş gerçekleştirdi. “Endülüs'te Müslüman İspanyolların Sayısı Her Geçen Gün Artıyor” haberinde Umar del Pozo'dan alıntılanan şu cümleye göre, “6 yıl önce yılda 10 olan Müslümanlığı seçilen İspanyol sayıları, yavaş yavaş artarak yılda 30'a, büyümeyle da 50-60'a çıktı.” Anadolu Ajansı'nın farklı tarihlerdeki haberlerinden yapılan bu seçki, bugün Avrupa'nın bazı ülkelerdeki İslam dinini tercih edenlerin paylarında kısmi bir artışa karşılık aşırı sağın yükselişiyle de karşı karşılaşma gösteriyor. Bu durum, Avrupa'nın bazı ülkelerin özgürlükleri ve özgürlükleri, yoksa nefret ve ayrımcılığı arttıracak mı? İslam dinini tercih edenlerin sayısında bu yükseliş, birleşimleri mi yoksa normal bir süreci mi destekliyor? Buna sözde bir tepki hüviyetinde olan aşırı sağın yükselişi bu çeşitlilikte farklı kültürlerin birlikteliğini ve biraradalığını tehdit ediyor, yoksa bir arada yaşamanın mümkün yolları tıkıyor mu? Tüm bu sorular ve bu soruların vereceği muhtemel cevaplar, ilk bakışta birbirini takip eden tezat gibi görünen bir görünmeyen özele inildiğinde hücrelerin hücrelerini açığa çıkarmaktadır. Peki, bu ifadeyi nasıl geliştirebiliriz?
Bu dinsel alanın özel alanın kaydırılmasının siyasi-sosyolojik bağlamı Avrupa'daki din savaşları olsa da özellikle aydınlanma düşüncesinin yayılım gösterilmesi dinsel olanın özel alanın hapsedilmesi ile sonuçlandırılmıştır. Dinin özel alanın hapsedilmesi, dinin bir tür ruhi ellik şeklinde ele toplanması ve buradan dinin toplumsallık bağının kaybolmasına neden olmuştur. Bu durum, dolaylı bir şekilde dini kolektif bir pratik olmaktan çıkmıştır. Bu doğrultuda dinselin kamusal değil, bilakis özel olan olarak kalma hedefi, elde edilebilecek dinselden kopmadığı bir sosyo-kültürel atmosferin devamına neden oldu. Zira özel ve kamusal ayrımların sübjektif olarak düzenlenmiş, bu bölümlerin belirgin hatları meydana gelmemesi, büyük açıkların ortaya çıkmasıydı. Kamusalın tanımlanma bölümünde de bu durum tezahür etti. Kamusal ne sorularının yanıtlarının net olmaması, özel alandan yola çıkılarak oluşturulmak istenilenin ne olduğunu ifade edilemeyeceği. Sözleşmeci ve bilumum diğer demokratik politik ve pratik biçimler bu yerde üretemeyince ulaşılan sonuçlara, toplumsalın, kamusalın ve özelin hiçliği oldu. Bu hiçliğin en az özel alan sorunu, dindar bir şekilde yaşamanın neden evrensel ve kuşatıcı bir cevabın verilemesinde örneklendirilebilir. Böylece birbirinin içine giren bu amorf yapı, siyasal ve sosyal olgular ile pratiklerin sarılığından uzaklaşmayı, özellikle pratiğin berhava oluşumunu doğurdu. Tam da bu ideolojik partiyi devraldılar.
Bireysel ve ideolojilerin karşı karşıya gelişi işte tam da bu kişilerin bölünmemesi ortaya çıktı. İdeolojilerin bütünlüğündeki sorunlu, devlet ve kişiler arasındaki ilişkinin, med ve cezirlerin nasıl ve ne şekilde olması yönündeydi. Özel ve kamusalın doldurulamayan ideolojiler tarafından tahakküm adına alınışı bu yönün önemli bir aşamasıydı. Bireyin sosyal olandan izolasyonu, uygun bir zemini kullanıma hazır hale gelmesi. Bireyin sosyalden koparılışı ve izole edilişi, bağlanabileceği başka ürünlerin doğuşu anlamına gelecekti. Batı'daki sivil toplum mevcudiyeti ancak bireylerin buna yönelik eylem pratikleri ile ölçülebilecek bir mahiyete büründü. Tönnies ve Durkheim'ın daha ilk dönemde görüldüğü ve üzerinde yaşadığı sorun, bireysel sosyalden izolasyonuydu. Onun dayanabileceği veya dayanabileceği içinde olabilmesi bir şeyin olmaması, sosyalliğin başka bir şemsiyesi temelinde büyümesine neden oldu. Sosyalliğin ve arka planında sendromun boğulduğu büyüme bozumu ise tam da bu noktada karmaşık bir hal almaya başladı. Weber, yazılarının tamamına yakın bu karmaşıklığı kendi zihinsel arka planında atamamış olsa dahi pratikte kişi, kendisinin bir sosyalliğin içinde doğru evriltme çabasındaydı. Ya bir din ya bir ideoloji ya da sivil toplum hayatında kendini kaptırabilecek potansiyel bir potansiyel doğurdu. Çünkü seküler biçimler ideolojilerin ortaya çıkması; ekonomik bir ortaklık yaratmak yerine daha derin bir parçalanmaya sebep olmuştur. Yaşanan bu sürecin sonucu, çaresizlik hissi içinde kolektif bir hiçlik yaşanmıştır. Ancak yine de din, ideoloji, sivil toplum vb. kişinin kendini gösterebileceği, hiçlikten bir şey olmaya doğru evrilebileceği sözde sosyal dayanaklar haline getirilebilecek bir şey haline dönüştürülüyordu.
Mutlak rölativizmin ve nihilizmin yarattığı bu kaotik yapıdan bir kozmosa ulaşabilmek adına bireyler bir takım tercihleri yapmak zorunda kalır. Sözleşme yerine tercih durumu böylece başladı… Çok ulusluluk ve çok dinlilik ya rölativizme ya da nihilizme dayandırıldı. Teklik ile çokluk arasında bu diyalektik yapı, bireyin kaotik olarak kullanıldığı kozmopolisin doğru gelişimi doğurdu. Sözde çokkültürcü eğitim ve politik bilinç geliştirme çabaları, aşırılıkların aşırı geçici heveslerinin bir tezahürüydü. düzenli bir dine yöneliş, bu din İslam olduğu takdirde çokkültürcü söylemlerin gözden geçirilişine ve aşırı sağın, hatta ırkçılığın yükselişine neden olduğu tahayyülü içeriyordu. İşte tam da bu nokta, bir sakatlığı doğurdu. Bireyin din tercihi ile ideolojilerin buna meydan okuyuşu arasındaki mesafelilik. Din, özel alanda kalmalı mottosu, özgür birey mevcudiyeti için vazgeçilmez bir süreç olarak görülse de sosyal dayanak olarak görülemez. Şu halde sosyal dayanak kooperatif yapıları değil, ideolojiler şeklinde temerküz devam edecekti. Zıtlığın diğer bir boyutu dindeki, burada İslam dininin bireyler tarafından tercihi sonucu ideolojilerin mevzilenişiydi. “1143” grubunun varlığı, mevzi alışı içindi…
İdeolojinin mevzilendiği yer, kendi aşamalarında unutulan bireylere kendi kimliğini unutturmama… Hafızanın yitmemesi için sürekliliğin tahkim edilmesi gereken belirti bu. Aşırı sağlığın, bireyselliklerin ve bireysel bireylerin normalliğinin sağlanması. Aydınlanmanın ilk aşamadan sonra bireyin bireyliği, bireyselliği ile hemhal olan ve bu hemhallik sonucunda bir kimlik meydana gelir. Onun bu bireyselliğinde verilen ahlak ile bağışlamak, aydınlanmanın mottosudur. Bireyin varlığı ve iktidar için iktidarın ortaya çıkardığı kurumlar aracılığıyla devam ettirilir. Bu bireylerin, bireysel bireyselliğin ve bu bireyselliğin denetimi için kaçınılmazdır. Modern eğitimin bu kurumsal rolü, bireyselliğin devamı niteliğindeki vazgeçilmezdir. Bireye bir kimlik atfetme ideolojinin eğitim kuralları aracılığıyla işlevsel hale getirilmesi, onun farklı bir şeyi tercihi noktasından bir kopuşu ifade edecek. Ancak bu kopuş, aşırı ideolojiler tarafından tamiri mümkün olması gereken bir hususiyet doğurur. Bu normaldir. Normal olan, kopuşun olmamasıdır. Kopuş, bir korkudur. Korkunun ontolojisi ise sözleşme değil, yok saymadır. Mısır'ın Feyyum kentine yerleşen Melek'in yaşadığı sosyo-politik vesika bunu gösteriyor.
Aşırı sağın yükselişinin İslam dinini tercih
edenlerin bollaşması ile tek bir nedene çıkarılması doğal olarak hatalıdır. Ancak yaşanan son dönemdeki gelişmeler, özellikle Avrupa'nın bazı ülkelerinde İslam'ı tercih oranında artış ile aşırı sağ hareketlerdeki yükseliş arasında bir takım paralellik kurmamıza neden oluyor. Sosyal olguların ve olayların tek bir sonucu açıklanamadığından, burada da özellikle bunu ifade etmek gerekiyor: Avrupa'da aşırı sağ, kültürel farklılıkların artışına meydan okuma adına bireysel alana tahkim etmek için her daim o kuru, soğuk ve ağzı pis kokan bir ideoloji gibi nefesini üflüyor. Bu kuru, soğuk ve pis kokan nefesinin içe çekilmesi için bireyin özgür tercihini korku adına değil, özgürleşme adına kabullenme saklanması ancak modern pratiklerin sorgulanması ile mümkün olacaktır. Yoksa bu aşırılığın pis kokusu bir lağım çukuruna dönecek ve bir bataklık gibi her yeri saracaktır.