TÜRKİYE NEDEN HÂLÂ KENDİ REUTERS’İNİ KURAMADI?
Haber Ajansı Meselesi Bir Medya Sorunu Değil, Egemenlik Sorunudur
Türkiye’nin uluslararası bir haber ajansına ihtiyacı olduğu tespiti yeni değil. Bu fikir, benim 2010’lu yılların başından itibaren farklı mecralarda dile getirdiğim, yazdığım bir konudur. Ancak aradan geçen on beş yıla rağmen tablo değişmedi. Türkiye hâlâ küresel haber akışında haber konusu olmayı sürdürüyor, haber kaynağı olamıyor.
Bugün yaşanan mesele, teknik kapasite ya da personel yetersizliği değildir. Asıl sorun, küresel haber düzeninin nasıl işlediğinin yeterince doğru okunamamasıdır.
Haber Üretmek Başka, Referans Olmak Başkadır
Uluslararası sistemde haber ajansları yalnızca bilgi aktaran yapılar değildir. Reuters, AP ve AFP gibi ajanslar; dünyaya ne olduğunu anlatmakla kalmaz, olan bitenin nasıl adlandırılacağını da belirler. Bir olayın “kriz”, “çatışma”, “operasyon” ya da “insani müdahale” olarak tanımlanması, çoğu zaman bu ajansların ilk geçtiği metinlerle şekillenir.
Bu nedenle Reuters bir medya kuruluşu değil, küresel anlatı üretim merkezidir.
Türkiye’de ise bu noktada sıkça şu soru sorulur: “Anadolu Ajansı ve TRT varken yeni bir ajansa gerçekten ihtiyaç var mı?”
Bu soru yerindedir; fakat cevabı sanıldığı kadar basit değildir.
Anadolu Ajansı Neden Reuters Olamıyor?
Anadolu Ajansı güçlü bir kurumdur. Ulusal ölçekte etkili, bölgesel düzeyde görünür, teknik kapasitesi yüksek bir ajanstır. Ancak AA’nın yapısal rolü, onu Reuters benzeri bir küresel referans ajansı olmaktan uzaklaştırmaktadır.
Bunun temel nedeni içerik değil, algıdır.
AA, uluslararası medya ekosisteminde “Türkiye devletiyle özdeş” bir ajans olarak kodlanmaktadır. Bu algı; haberin doğruluğundan, hızından ya da niteliğinden bağımsızdır. Küresel medya için belirleyici olan soru şudur: “Bu haberi referans gösterebilir miyim?” Reuters için bu sorunun cevabı genellikle “evet”tir. Anadolu Ajansı için ise çoğu zaman “ihtiyatlı olunmalı”dır.
Bu fark, AA’nın başarısızlığından değil; kuruluş amacı (Millî Mücadele’nin sesini duyurmak) , editoryal refleksi ( Küresel ajansın editoryal yapısı da küresel olmak zorunda yani Türk vatandaşından daha fazla yabancı editör) ve kurumsal konumlanışından (Türk Devletinin sesi konumunda) kaynaklanmaktadır.
TRT Anlatır, Ama Kaynak Olmaz
Benzer bir durum TRT’nin yurtdışı kanalları için de geçerlidir. TRT World, TRT Arabi ya da diğer uluslararası yayınlar; kamu diplomasisi açısından önemli araçlardır. Türkiye’nin tezlerini anlatır, perspektif sunar, karşı anlatı üretir. Ancak TRT bir yayıncıdır, ajans değildir.
Küresel medya, TRT’yi haber kaynağı olarak değil, bir ülkenin bakış açısı olarak görür.
Bu ayrım kritik önemdedir.
Dijital Çağda Ajanslara Hâlâ Neden İhtiyaç Var?
“Artık sosyal medya var, ajanslara gerek kalmadı” argümanı sahada karşılık bulmamaktadır. Sosyal medya gündem üretir; fakat kurumsal güven üretmez. Kriz anlarında devletler, yatırımcılar ve uluslararası kurumlar hâlâ ajans akışlarına bakar.
Çünkü ajans haberi:
Hızlıdır
Teyitlidir
Referans alınabilir
Bu nedenle dijitalleşme ajans ihtiyacını azaltmamış, aksine daha da kritik hâle getirmiştir.
Peki, Çözüm Ne?
Bu noktada iki seçenek vardır:
Anadolu Ajansı’nı Reuters’e dönüştürmek
Yeni ve bağımsız bir uluslararası haber ajansı kurmak
Birinci seçenek teorik olarak mümkündür; ancak pratikte son derece zordur. Çünkü bu, AA’nın kurumsal hafızasını, editoryal reflekslerini ve algısal konumunu kökten değiştirmeyi gerektirir. Bu tür dönüşümler yalnızca maliyetli değil, aynı zamanda sonuç üretmesi uzun yıllar alan süreçlerdir.
Bu nedenle daha rasyonel ve gerçekçi yol, yeni bir ajans kurmaktır.
Bu ajans:
Devletle doğrudan özdeş görünmeyen
Çok uluslu editoryal kadroya sahip
İngilizce merkezli yayın yapan
Türkiye dâhil tüm ülkelere eşit mesafede duranbir yapı olmak zorundadır.
Aksi hâlde kurulacak her yapı, mevcut sorunların yeniden üretildiği bir başka platformdan öteye geçemez.
Sonuç olarak;
Uluslararası haber ajansı meselesi bir medya yatırımı değildir. Bu konu, egemenlik, algı ve stratejik iletişim meselesidir. Türkiye sahada ne kadar güçlü olursa olsun, kendi hikâyesini başkalarının diliyle anlatmaya devam ettiği sürece bu güç eksik kalacaktır.
Mesele “Türkiye haklı mı?” sorusu değil; “Türkiye kendini kimin diliyle anlatıyor?” sorusudur.
Ve bu soru artık ertelenebilecek bir soru değildir.