Eğitimci-Yazar Fevzi Coşkun Yazdı: Fakir Baykurt: Yönlendiricim...

Anam Gara Zela, insancıl bir kadındı. Genç ve toy bir Öğretmenin zorluk çekeceğini bildiğinden, O'na yemek gönderiyor, arada eve çağırıyor, babamla birlikte çay demleyip sunuyordu. Ara sıra bir tavuk kesip kızartıyor, bulgur pilavıyla birlikte tepsiye koyup babamla okula gönderiyordu...

20 Eki 2025 - 17:17 YAYINLANMA
Eğitimci-Yazar Fevzi Coşkun Yazdı: Fakir Baykurt: Yönlendiricim...

Fevzi Coşkun / Eğitimci-Yazar

27 Mayıs 1960 sonrası...

Cumhuriyet değerlerini, temel kurum ve kuruluş yapısının uluslaşma süreci bakımından önemini anlayamamış, Batı'nın   Ulusal Kurtuluş ve önderlerine ilişkin önyargılarının etkisinde kalmış kesimlerce "darbe" olarak nitelendirilse de, "Akdevrim" olmuş...

Köyümüzde, köylülerimizin yaptığı, tek derslikli, bir öğretmen odalı, kerpiç duvarlı, 1948'de açılmış 3 yıllık eğitmenli okul var.

Eğitmen Mustafa Akar, ışıklarda uyusun, o zamanki adıyla Babas(şimdi Çaykaya) Köyünden her sabah eşeğiyle gelir. Biz köyün girişinden önce yolda bekler karşılarız.

Okuma-yazma ve matematiği sular seller gibi öğrenmişiz. 3. Yıl bitince "şahadetname" denilen diploma verilir.  Ötesi yok.

Bizden önceki kuşaktan bir kaç kişi komşu Satılar Köyündeki 5 yıllık ilkokula giderek ilkokul diploması alabilmişler. Bunlardan bazıları Çankırı, bazıları da Kalecik ortaokullarına gidebilmişler.

Eğitmen 3 yıl boyunca aynı çocukları okutuyor. Onları mezun edince yeni bir topluluğun kaydını yapıyor. Onlarla eğitim öğretimi  sürdürüyor. Böylece üç ayrı yaş kümesi aynı sınıfta aynı dersleri görüyor.

Bu yüzden lise, meslek lisesi( o zaman sanat okulu ve sanat enstitüsü), yükseköğretime gidebilen yok bizim köyden. 

Biz  3. Yılı bitirip şahadetnameleri almayı beklerken amcam Muhtar Deli Hüseyin(Coşkun) 5 yıllık ilkokulun başlayacağını duyurdu. Dolayısıyla biz de 4. sınıfa başlayacaktık. Ama ortada ilkokul öğretmeni yoktu.

O yıl eğitmenden 4. Sınıfı da okutması istendi. Biz Eğitmenle 4.  sınıfı da okuduk. 

O yıl yaz tatili biterken Muhtar Amcam bir öğretmenin atandığını duyurdu.

"Akdevrim"ciler, hemen tüm köylere olduğu gibi, bizim köye de bir öğretmen atamışlar.  "Yedeksubay Öğretmen" diyorlar.

Okula başlayıp tanıştığımızda öğrendik ki, İzmirliymiş. Ama Ankara'da Hukuk Fakültesini bitirmiş.

Eğitmenin 4. Sınıf eğitim öğretimini yeterli bulmuş olmamalılıar ki, bize 4. Sınıfı tümden yinelettiler.

Anam Gara Zela, insancıl bir kadındı. Genç ve toy bir Öğretmenin zorluk çekeceğini bildiğinden, O'na yemek gönderiyor, arada eve çağırıyor, babamla birlikte çay demleyip sunuyordu. Ara sıra bir tavuk kesip kızartıyor, bulgur pilavıyla birlikte tepsiye koyup babamla okula gönderiyordu.

Sanki anam, genç Öğretmenin de anası olmuştu kısa sürede. Çamaşırını filan da yıkıyor, arada okuldaki odasını temizleyip düzenliyordu. 

Beni oldukça başarılı buluyordu Öğretmenim. Sınıfın en iyisiymişim.

4. Sınıfın Şubat tatilinde, ailesinin yanına tatile giderken, beni ödüllendirmek için memleketi İzmir’e götürdü. 

İlk kez köyümden çıkıyordum. İlk kez kent görecektim. 

Öğretmenim önce Ankara’da Etibank’ta çalışan  ablasının evinde birkaç gün geçirdi. Beni Ankara’da gezdirdiler. Anıtkabir’i ilk o zaman gördüm. Kızılay’ın geniş bulvarında boydan boya yürüttüler. Mağazalar, büfeler renga renk vitrinleri nasıl şaşkınlıkla izlediğimi bir düşünün. 

Hele iki de bir sağa sola bakınırken dikkatsizce dönünce hamile bir kadının karnına tosladım ki, gerisini siz düşünün.

Kadın neredeyse acıdan kıvrandı. Ben şaşkınlık ve korku içinde kalmışım. Yerin dibine batıyorum utançtan.

Öğretmenim hemen özür diledi kadından ve benim neden dikkatsiz davrandığımı kısaca anlattı kadına. Kente ilk kez gelmişliğin şaşkınlığını çektiğimi anlamasını sağladı.

İzmir ayrı bir öykü.

Buraya sığmaz.

Oradan döndükten kısa süre sonra, okulumuza müfettiş geldi.

Uzun, ince dalan, açık renk gözlü birisi.

Sınıfta bizleri tanımak için sorular sordu.  Bilgimizi ölçen Türkçe, matematik, tarih, coğrafya... soruları da...

Ben bir çoğuna yanıt verdim.

Öğretmenle birlikte odasına geçerlerken, bana “Sen babanı çağır okula gelsin.” dedi müfettiş.

Köyümüzde düğün vardı. Babam da köy odasında. Çünkü düğünler köy odasında yapılıyordu. Koşarak gittim. Düşündüğüm gibi babamı orada buldum. Okula çağrıldığını söyleyince, kaşlarını çattı. Bir yaramazlık yaptığımı sandı. Ben müfettiş çağırıyor deyince biraz daha telaşlandı.

Okula geldiğimizde, öğretmenin odasına girdi babam da ve uzun süre çıkmadı.

Ben bahçede arkadaşlarımla oynasam da meraktan çatlıyorum. Babamı neden çağırdıkları sorusu kafamda dönüp duruyor. 

Neden sonra babam çıktı ve evimize yürüyüp gitti. Bana bir şey söylemedi.

Az sonra bizlere “paydos” dendi.

Müfettiş, babam çıktıktan kısa süre sonra komşu köyümüz Satılar’a gitmek üzere, öğretmenimizi de yanına alarak yola çıktı. 

Akşama kadar okul bahçesinde oynadık. Arada düğün yerine gidip büyüklerin davul zurnalı halaylarını izledik. 

Hava kararınca herkes gibi eve girdik. Anam beni kucakladı öptü.

Sık yapmazdı bunu. “Muaddiş babana ne  dimiş biliyonmu? Bu çocuk zehir gibi. Mıtlaka okudulmalı. Hasanoğlan’a giderse iyi olur. Görüyüm sizi. Aman ihmal itmeyin dimiş...”

Ben hemen “Ben de okumak istiyorum.” dedim.

“Baban okutamam diyo. Emme ben ne yapar ider seni okudurum yavrım “ dedi.

Babam eve gelince, müfettişin adının Fakir Baykurt olduğunu, kendisini çok sıkı tembihlediğini, ama okutmasının zor olduğunu söyledi.

Ama anam Gara Zela sözünü tuttu. 

Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okuluna girişimi sağladı.

Yani bu Fakir O Fakir'in ürünüdür  desem yanlış olur mu?

Ne dersiniz?

Bin teşekkürler Fakir Baykurt'a...

Işıklarda uyusun.

 

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: