AŞKABAT FORUMU: ÇOK KUTUPLU DÜZEN ARAYIŞINDA BARIŞ VE GÜVENİN YENİ PARAMETRELERİ
Aşkabat’ta gerçekleştirilen “Barış ve Güven Forumu”, uluslararası sistemin kırılganlaştığı, güç dağılımının esnediği ve normatif tartışmaların keskinleştiği 2025 konjonktüründe, çok kutupluluğun yalnızca bir söylem değil, aktörlerin stratejik davranış kalıplarını yeniden kurmak zorunda kaldığı bir zorunluluk hâline geldiğini gösteren önemli bir diplomatik platform niteliği taşımaktadır. Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsü bu sürecin merkezinde yer almakta, fakat tarafsızlık kavramı Aşkabat’ın diplomatik pratiklerinde pasif bir izolasyon değil, aktif ve jeopolitik olarak dikkatle inşa edilmiş bir “izin verici ortam” üretme stratejisi hâline gelmektedir. Tarihsel olarak tarafsızlık, devletleri çatışma dinamiklerinden uzak tutan bir güvenlik tamponu olarak görülürken, Türkmenistan söz konusu statüyü çok kutuplu düzenin belirsizlikleri içinde bölgesel diplomasi için işlevsel bir platforma dönüştürmeyi başarmıştır.
Uluslararası ilişkiler kuramında normatif aktörlük ile tarafsızlık arasındaki ilişkinin yeniden tartışılmasını gerektirmektedir, zira Aşkabat artık yalnızca siyasi tansiyonu düşük bir buluşma mekânı değil, devletlerin hem söylemsel hem stratejik pozisyonlarını yeniden çerçeveledikleri bir diplomatik üretim alanı olarak belirmektedir. 2025 yılının ekonomik kırılganlık, enerji piyasalarındaki dalgalanma, savaşların uzun vadeli yıpratıcı etkisi ve güvenlik rekabetinin sertleşmesi gibi çok yönlü krizleri birlikte barındırması, Aşkabat’ta toplanan liderlerin çok kutupluluğu bir tercih olarak değil, pratik olarak yönetilmesi gereken bir sistemsel zorunluluk olarak ele aldığını açıkça göstermiştir.
Forumun öne çıkan boyutlarından biri, çok kutupluluğun artık sadece büyük güçler arasındaki denge mücadeleleriyle sınırlı olmadığı, orta ölçekli devletlerin diplomatik hareket alanını genişleten yeni bir stratejik zemin oluşturduğudur. Türkiye–Rusya görüşmesi de tam bu çerçevede hibrit bir etkileşim modelinin örneği olarak ortaya çıkmaktadır. İki ülke arasındaki ilişki, realizmin güç rekabetini, liberal kurumsalcılığın karşılıklı bağımlılık ilişkilerini, bölgesel güvenlik kompleksleri teorisinin alan-özel güvenlik dinamiklerini eş zamanlı barındıran karmaşık bir yapı sunmaktadır.
Rekabet boyutu Suriye, Güney Kafkasya ve Karadeniz güvenliği gibi jeopolitik alanlarda nüfuz kapasitesi üzerinden şekillenirken, iş birliği enerji hatları, tahıl mekanizmaları, ticaret koridorları, finansal ödeme alternatifleri ve karşılıklı bağımlılığı artıran güvenlik-iletişim kanalları üzerinden kurumsallaşmaktadır. Dolayısıyla rekabet ve iş birliği aynı anda işleyen bu hibrit model, uluslararası ilişkilerde klasik ikili kategorilerin açıklayıcılığını zorlayan özgün bir ilişki tipine dönüşmüş durumdadır.
Aşkabat’taki temaslar da bu çift yönlü dinamiği güçlendirmiş, özellikle Orta Koridor’un jeo-ekonomik geleceği, Zengezur güzergâhının siyasi ve güvenlik boyutları, Hazar geçişinin lojistik rolü ve İran’ın bölgesel hesaplarının yarattığı stratejik gerilimler hem ayrışma hem de pazarlık üreten alanlar olarak öne çıkmıştır. Bu noktada rekabet çözümsüzlük değil, müzakere alanı doğurmakta, iş birliği ise tam bir uyum değil, kontrollü yakınlaşma stratejisi üretmektedir.
Türkiye–Rusya Görüşmesi: İkili Boyutun Çok Taraflı Ortam İçinde Rolü
Rusya’nın forumdaki söylemi, çok kutuplu dünya düzenine ilişkin normatif bir revizyonizm stratejisini açık biçimde yansıtmaktadır. Moskova’nın Ukrayna savaşı sonrasında uluslararası hukuk, egemen eşitlik, müdahalesizlik ve güvenlik bölünmezliği gibi kavramları sistemin asli ilkeleri olarak yeniden öne çıkarması, yalnızca güç dağılımı talebi değil, mevcut uluslararası düzenin meşruiyetini kendi güvenlik çıkarları doğrultusunda yeniden yorumlama arayışının ürünüdür. Bu yaklaşımın bir yanında realizmin güç merkezli okuması yer alırken, diğer yanında constructivist bir düzlemde normların yeniden çerçevelenmesi bulunmaktadır.
Rusya için çok kutupluluk, sistemin yıkılması değil, sistemin Batı merkezli kurallarının yeniden düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle BM Şartı’na yapılan vurgunun altındaki ana motivasyon, Batı’nın “kural temelli düzen” söylemine karşı hukuki normları referans alan alternatif bir küresel meşruiyet zemini oluşturmaktır. Fakat bu normatif söylemle sahadaki davranışlar arasındaki uyumsuzluk da dikkat çekicidir, Moskova hem uluslararası hukuku referans gösterirken hem de kendi güvenlik önceliklerini hukukun üzerinde tutan bir stratejik pratik izlemektedir. Bu çelişki çok kutupluluk tartışmasının teorik boyutlarını derinleştirmekle birlikte, Rusya’nın normatif revizyonizminin neden tam anlamıyla kurumsallaşamadığını da açıklamaktadır.
Türkiye’nin forumdaki pozisyonu ise daha çok katmanlı, pragmatik ve sahaya dayalı bir arabuluculuk modelinin örneğini sunmaktadır. Türkiye son yıllarda arabuluculuk kapasitesini yalnızca diplomatik masalara değil, teknik araçlara, güvenlik diplomasisine, insani operasyonlara, enerji projelerine ve iletişim kanallarının yönetimine uyarlayan bütünleşik bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yönüyle Türkiye’nin arabuluculuk profili, literatürde “kompleks arabuluculuk” olarak adlandırılabilecek bir yapıya dönüşmüştür. Aşkabat’ta Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmede, Ukrayna savaşının tırmanma riskinin azaltılmasına yönelik sınırlı ateşkes önerileri, insani tahliye ve tutsak değişimi mekanizmaları gibi doğrudan uygulanabilir nitelikte teknik çözüm yollarının gündeme gelmesi, Türkiye’nin norm üretmekten ziyade pratik sonuç üretmeye odaklanan aracılık tarzını teyit etmektedir. Bu durum Türkiye’yi uluslararası sistemde riskleri yöneten, çatışma alanlarını dönüştürmeye çalışan ve bağımsız dış politika kapasitesini stratejik esneklik üzerinden kuran bir aktör hâline getirmektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin Aşkabat’taki diplomatik profili hem sistemdeki çok kutuplu genişlemeye uyum sağlayan hem de bu genişleme içinde özerk pozisyon inşa eden çift yönlü bir stratejik davranışı yansıtmaktadır.
Erdoğan–Putin görüşmesinin Aşkabat bağlamındaki önemi ise iki temel boyutta ortaya çıkmaktadır. İlk boyut stratejik iletişimdir. Stratejik iletişim yalnızca aktörlerin birbirleriyle bilgi alışverişi yapması değil, aynı zamanda bu görüşmenin üçüncü aktörlere verdiği sinyaller ve yarattığı algısal çerçeveler üzerinden değerlendirilir. Türkiye’nin NATO üyesi bir aktör olarak Rusya ile yüksek düzeyli iletişimi sürdürmesi, Aşkabat’ta verilen en önemli stratejik mesajlardan biridir. Bu mesaj hem gerilimi yönetme kapasitesinin korunmasına hem de Türkiye’nin çok taraflı sistemde bağımsız manevra alanını genişletmesine hizmet etmektedir. İkinci boyut diplomatik mimaridir. Tarafsız bir devletin ev sahipliği, dış baskıların ve sembolik gerilimlerin minimize edildiği güvenli müzakere alanı yaratır. Bu “izin verici ortam”, liderlerin daha açık bir iletişim kurmasını ve bölgesel dosyaların daha esnek biçimde konuşulmasını kolaylaştırmaktadır.
Çerçeve ve Bölgesel Bağlam
Forumun bölgesel etkileri değerlendirildiğinde, Güney Kafkasya’da II. Karabağ Savaşı sonrası oluşan yeni denge, Orta Asya’nın enerji ve transit rekabeti, Orta Doğu’daki kriz yönetimi arayışları forumu üç paralel bölgesel dinamiğin kesiştiği bir jeopolitik düğüm noktası hâline getirmiştir. Güney Kafkasya’da Azerbaycan’ın artan kapasitesi, Ermenistan’ın yeniden konumlanma çabaları ve Rusya’nın statüko arayışı rekabeti geri plana itmeyip, Türkiye ve Rusya’nın bölgesel düzen arayışını karmaşıklaştırmaktadır. Orta Asya’da Türkmenistan’ın enerji arzı ve transit hatları üzerinden merkez olma hedefi, Türkiye’nin Orta Koridor vizyonu ve Rusya’nın Kuzey-Güney hattına verdiği stratejik önem bir araya geldiğinde jeo-ekonomik bir bütünlük oluşmaktadır. Orta Doğu bağlamında ise Suriye sahasındaki uyumsuz pozisyonlara rağmen, Türkiye ve Rusya’nın kriz yönetiminde tırmanmayı önlemeye yönelik örtüşen çıkarları forumda kendini göstermiştir. Bu üç bölgesel alanın ortak noktası, çok kutuplu sistemin yalnızca askeri güç rekabeti üzerinden değil, enerji, lojistik, diplomasi ve normatif söylemler üzerinden yeniden şekillendiğini göstermesidir.
Forumun enerji ve ekonomik boyutu, çok kutupluluğun soyut bir kavram olmaktan çıkıp maddi temelde tartışıldığı ana eksendir. Enerji güvenliği artık yalnızca ekonomik bir sorun değil, aktörler arası güven ve istikrar ilişkisinin temel belirleyicilerinden biridir. Türkmenistan’ın doğal gaz rezervleri, Türkiye’nin enerji merkezi olma stratejisi ve Rusya’nın yaptırımlar sonrası enerji politikalarını yeniden uyarlama zorunluluğu enerji diplomasisini forumun merkezine taşımıştır. Enerji hatlarının yaratacağı karşılıklı bağımlılık, barış süreçlerinin sürdürülebilirliği açısından kritik bir potansiyel taşıdığı için forumdaki tartışmalar güvenlik mimarisiyle doğrudan bağlantılı hâle gelmektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
Sonuç olarak Aşkabat Forumu, çok kutuplu dünya düzeninin düşünsel ve pratik çerçevesinin yeniden tartışıldığı önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’nin çok boyutlu arabuluculuk modeli, Rusya’nın normatif revizyonizme dayalı çok kutupluluk söylemi ve Türkmenistan’ın tarafsızlık temelinde ürettiği diplomatik zemin forumun üç ana ayağını oluşturmuştur. Ancak çok kutupluluk, yalnızca forumlarda dillendirilen bir vizyon olarak kaldığı sürece sürdürülebilirlik kazanamaz, kurumsal mekanizmalar, teknik iş birliği modelleri ve sahada istikrarı destekleyen politikalarla tamamlanması gerekir. Aşkabat, bu yönde güçlü bir başlangıç niteliği taşımakta, fakat sistemsel dönüşümün kalıcı olabilmesi için diplomatik iradenin pratik alanlarda somutlaşması gerekmektedir. Bu nedenle Aşkabat Forumu, hem yeni bir dönemin kapı aralayıcısı hem de uluslararası sistemin kırılganlığını hatırlatan bir uyarı niteliği taşımaktadır.