BARIŞ VE TOPLUMSAL İYİ: KAVRAMSAL BİR ANALİZ

20 Eki 2025 - 01:48 YAYINLANMA

Barış, yalnızca savaşın yokluğu değil; insan onuru, adalet ve güvenin kurumsallaştığı bir toplumsal iyi olma durumudur. Faydacılık (utilitarianism) açısından bakıldığında barış, acıyı (ıstırabı) azaltma ve mutluluğu (refahı) maksimize etme araçlarının en verimlilerinden biridir. Barış herkes ve her yapı için farklı anlamlar taşımaktadır. Zira şiddetin yokluğundan insan hakları, demokrasi ve özgürlüklerin sağlandığı, sosyal adaletin tesis edildiği düzeye kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Barış tıpkı diğer sosyal süreçler gibi öğrenilen bir şeydir. Barışa yönelik çok sayıda sosyal, ekonomik, kültürel ve stratejik risk ve tehdit olduğu için, üzerinde önemle durulması gerekir. Fakat insanlar savaş olunca ancak barış durumunun önemini ve değerini anlayabilmektedir: Denizdeki balık misali…

 

Bu kısa makale, öncelikle (i) Galtung’un negatif/pozitif barış ayrımını, Kur’an’daki sulh–selâm çiftini ve çatışma çözümü–çatışma dönüşümü ilişkisini tek bir çerçevede birleştirir; (ii) barışın faydacılık bakımından insan mutluluğuna katkısını tartışır; (iii) tarih boyunca barışı önceleyen öğretiler, filozoflar ve akademisyenlerin etkisini değerlendirir; (iv) barış anlaşmalarının insanlığın gelişimine katkılarını inceler; ve (v) çatışmanın tümüyle olumsuz olmadığını zaman zaman bilim ve teknolojiye katkılar sunduğunu iddia ederken bunun yüksek bedellerine dikkat çekerek toplumsal barış kapasitesi inşası için somut öneriler sunar.*

 

Kavramsal Eksen: Negatif ve Pozitif Barış

 

Barış bize bir toplumsal durumu ve pozitif ilişkileri çağrıştırırken aslında farklı barış türleri olduğu gerçeği göz ardı edilebilmektedir. Uluslararası barış, toplumsal barış gibi farklı düzeylerdeki barış durumları birbirinden farklılıklar arz etmektedir. Uluslararası ilişkiler çatışmazlık hali büyük oranda barış olarak görülürken, toplumsal düzeyde daha kapsamlı ve daha çok boyutlu bir barış kavramıyla karşılaşılmaktadır. Bu çerçevede öncü barış araştırmacılarından Galtung’un pozitif-negatif barış ve Kur’an’da vurgulanan selam ve sulh kavramları bize fikir verebilir.

 

Negatif barış, doğrudan şiddetin yokluğu, silahların susması, ateşkes ve çatışmasızlık hâlidir.

 

Pozitif barış ise yapısal şiddeti (adaletsizlik, ayrımcılık, yoksunluk) ortadan kaldıran, insan hakları, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve kapsayıcı refahı kurumsallaştıran düzendir. Bu anlamda pozitif barış, toplumsal iyileşme ve dönüşüm ile eş anlamlıdır.

 

Kur’an’da “es-sulhu hayr(un)” — “uzlaşma/ıslah barış daha hayırlıdır” ifadesi (Nisâ 4:128) barış lehine açık bir normatif tercih ilan eder. “Eğer onlar barışa (silm/selm) meylederse, sen de meylet” buyruğu (Enfâl 8:61) barış eğilimini ilkeselleştirir. “Allah, Darü’s-Selâm’a (barış diyarına) çağırır” (Yûnus 10:25) ise selâmın nihai esenlik, mutluluk, gerçek barış ve bütünlük ufkunu gösterir. Bu eksende sulh, çoğu bağlamda çatışmanın durdurulması ve uzlaşma (negatif barış) ile; selâm ise adalet ve esenlik içeren bütüncül huzur (pozitif barış) ile örtüşür. Zira cennetten daha barışçıl ve huzurlu bir yer tarifi zordur. Bu hususta farklı yaklaşımların olduğunu vurgulamadan geçemeyeceğim.

 

Çatışmayı Çözme (Resolution) ve Çatışmayı Dönüştürme (Transformation)

 

Çatışma günlük hayatımızın kaçınılmaz bir gerçeğidir. Çatışma basit bir fikir ayrılığından savaşa kadar uzanan geniş bir kavramdır. Her gün hayatımızda bir dizi çatışma ile karşılaşırız. Bunların bir kısmını çözer, bir kısmıyla yaşamaya devam ederiz. Evde, okulda, işte, otobüste, piknikte, camide ve sokakta çatışmalara şahit olabiliyoruz. Başka bir ifadeyle çatışma hayatımızın doğal bir parçasıdır. Dolayısıyla çatışma haddi zatında ne kötü, ne de iyidir. Çatışmayı nasıl yönettiğiniz onu iyi ya da kötü yapar. Çatışmayı iyi yönetirseniz, barışla ve barışçıl yöntemlerle çözerseniz iyi sonuç alırsınız, kötü yönetirseniz, ya da barışçıl yönetemezseniz kötü sonuç verir. O nedenle, önemli ve belirleyici olan şey burada çatışma değil, çatışma yönetimidir yani barıştır. Yani barış aslında kötüyü iyiye dönüştüren bir sğreç olarak da okunabilir.

 

Peki çatışma nasıl yönetilebilir?

 

Çatışmayı yönetme süreçleri de tıpkı barış türleri gibi farklı safhalardan oluşur. Bunlar çatışmayı yatıştırma (ateşkes), çatışmayı çözme (müzakereler) ve çatışmayı dönüştürme (yapısal reformlar) safhalarıdır. Çatışmayı yatıştırma ve çatışmayı çözme, genellikle negatif barış ufkunda işler: müzakere, arabuluculuk, ateşkes, anlaşma ve uygulama izleme gibi araçlarla şiddeti durdurur, ihtilafı yönetilebilir seviyeye indirir. Süreç odaklıdır; meşru menfaatleri dengelemeye, bazı düzenlemeler üretmeye çalışır. Gerçek bir barıştan ya da selam durumundan uzaktır.

 

Çatışmayı dönüştürme ise pozitif barış ufkunda çatışmanın kök nedenlerini ele alır: tarihsel mağduriyetlerin telafisi, hakikat ve adalet mekanizmaları, toplumsal ilişkilerin onarımı, kapsayıcı kurumların inşası, eşitsizliklerin azaltılması, katılım ve temsilde adaleti sağlamaya çalışır. Amaç “sorunu bitirmek” kadar, “sorunu mümkün kılan yapıları dönüştürmektir.” Kalıcı ve sürdürülebilir bir barışı inşa etmektir. Gelecek nesillerin huzur ve mutluluk içinde yaşamasına zemin hazırlamaktır. Dolayısıyla, uzun vadeli, yapısal reform temelli ve sürdürülebilir bir durum oluşturmayı hedefler.

 

Tarihte Barışı Önceleyen Öğretiler ve Düşünürler

 

Barışın düşünsel soyağacı, basit bir çatışmazlık durumunun ötesine geçerek onu köklü bir ahlaki, kurumsal ve kültürel bir uygarlık projesi olarak kurar. Bu yolculuk, Doğu öğretilerinin derinliklerinden felsefi akımlara, dinlere ve modern araştırmalara kadar uzanır. Hint geleneğinde, Ahimsa (Hinduizm ve Budizm) etiği, sadece fiziksel zarardan kaçınmayı değil, aynı zamanda canlılara karşı şiddetsizlik ve derin bir merhamet uygulamasını merkeze koyar. Batı’da, Hristiyanlıkta “barışın yol yapıcıları” (Matta 5:9) ideali ve özellikle Quaker (Dostlar Dini) geleneği, radikal bir pasifizmi ve vicdan temelli şiddete karşı duruşu benimsemiştir. İslam’da ise kelimenin kökenindeki selâm (gerçek barış, esenlik) kültürü ve sulh (anlaşma, uzlaşma) esası, toplumsal düzenin temelini oluşturur; Farabî gibi düşünürler de erdemli şehir tasavvurlarında barışı ve adaleti bir arada tesis etmenin yollarını aramıştır. Ayrıca Stoacılık, kişinin sadece kendi şehrinin değil, tüm evrenin bir yurttaşı olduğu fikriyle kozmopolit yurttaşlık ve evrensel kardeşlik mefkûresini tarihe miras bırakmıştır.

 

Bu zengin miras, modern barış felsefesi ve araştırmaları ile zirveye ulaşmıştır. Erasmus ve özellikle Immanuel Kant’ın ünlü eseri Ebedî Barış (Zum Ewigen Frieden), barışın ancak anayasal ve demokratik katılımcı devletlerin kurulması ve uluslararası hukuk ilkelerinin benimsenmesiyle kalıcı hale gelebileceği fikrini ortaya atmıştır. Yirminci yüzyıl sonrasında ise barış, sadece savaşın yokluğu (“negatif barış”) değil, aynı zamanda adaletin ve eşitliğin varlığı (“pozitif barış”) olarak tanımlanmıştır. Yukarıda da vurgulandığı gibi, Johan Galtung, bu bağlamda hem doğrudan şiddeti hem de toplumsal yapıların neden olduğu yapısal şiddeti analiz ederek çığır açmıştır. John Paul Lederach ise barış inşasının sadece anlaşmalarla değil, çatışmanın köklerindeki ilişki ve altyapı dönüşümüyle mümkün olacağını vurgulamıştır. Son olarak Elise ve Kenneth Boulding gibi isimler de, kalıcı barışın ancak toplumun kolektif barış sistemleri ve imgelem yeteneğini (empati, yakınlaşma ve özenmeyi) geliştirmesiyle sağlanabileceğini göstererek, barışın kuramsal temelini ahlaktan kültüre ve siyasi yapıya taşımıştır.

 

Faydacılık Penceresinden Barış: Acının Azalması, Mutluluğun Artması

 

Faydacılık (Bentham, Mill) özünde iki iddia taşır: a- İnsanlar acıdan kaçar, mutluluğu arar; b-Doğru eylem, toplam mutluluğu maksimize edendir. Barış, bu iki iddiayı da içinde barındıran bir kavram. Aynı zamanda bu çerçevede barış emniyettir, güvenlik duygusudur, kalkınmadır ve iç huzur sağlar. Erdem ve ahlakın yaygınlaşmasına yardımcı olur.

 

Barış ıstırabın sistematik olarak azaltılmasını sağlar.Savaş ve yaygın şiddet, doğrudan ölüm, yaralanma, travma ve dolaylı açlık, yerinden edilme ve eğitim-kalkınma kaybı acı üretir. Barış, ıstırabın hem şiddet yoğunluğunu hem sürekliliğini kırar.

 

Barışla birlikte güvenlik hissi, öngörülebilirlik, sosyal sermaye ve güven büyür; ekonomik yatırım ve üretkenlik artar; aileler ve topluluklar daha sağlam bağlar kurar. Toplumsal kurumlar işle(ye)bildiği ölçüde günlük hayatın küçük ama birikimli mutlulukları çoğalır.

 

Barış sonucu, savunma-şiddet harcamalarından boşalan kaynaklar sağlığa, eğitime, altyapıya, yeşil dönüşüme ve inovasyona aktarılabildiğinde, toplam refah ve yaşam kalitesi artar. Bir huzur ve güven toplumu oluşturur.

 

Pozitif barışın sonucu olan insan hakları, hukukun üstünlüğü ve eşitlik, özellikle dezavantajlı grupların maruz kaldığı kronik ıstırabı azaltarak toplam toplum yararını yükseltir.

 

Travma transmisyonu zayıflar; güven, umut ve aidiyet ilişkileri güçlenir. Kurumsal güven arttıkça işbirliği maliyetleri düşer; müşterek eylem kapasiteleri yükselir. Uzun vadeli yatırım ufku, üretken faaliyetlere yönelen sermaye, girişimcilik ve istihdam. Sabit ve güvenli ortamlar keşif ve innovasyonu artırır; beyin göçü tersine dönebilir. Toplumsal sözleşmenin kalite artışı, keyfilik ve ayrımcılığın azalması, adalet duygusunun güçlenmesini sağlar. Şiddetin yol açtığı doğa tahribatı azalır; uzun soluklu ekolojik restorasyon ve yeşil teknolojilere yatırım yapılabilir.

 

Kısaca negatif barış acıyı hızla azaltır; pozitif barış mutluluğu kalıcı ve yaygın kılar. Böylece faydacılık açısından barış, hem etkin bir acı azaltma teknolojisi, hem de yüksek çarpanlı mutluluk altyapısıdır. Faydacılık anlayışı hem bireyin hem de toplumun mutluluğunu artırmaya ve kalıcı kılmaya çalışır. Toplumsal iyiyi ve toplumsal huzuru merkeze alır.

 

Barış Anlaşmaları ve İnsanlığın Gelişimi

 

Büyük barış anlaşmaları, yalnızca silahları susturmadı, toplumsal kalkınmayı, uluslararası düzenin mimarisini, hukuku ve işbirliği normlarını da şekillendirdi. Bunlar arasında tarihi

 

Tarih boyunca insanlığın mutluluk, refah ve barış arayışı, savaşların gölgesinde imzalanan ancak kalıcı düzen arzusunu yansıtan birçok antlaşmada somutlaşmıştır. Kadeş Antlaşması (M.Ö. 1280) ile Mısır ve Hititler, tarihin ilk yazılı barış anlaşmasını yaparak diplomasi yoluyla çatışmanın önüne geçilebileceğini göstermiş; Hüdeybiye Antlaşması (628) ve Medine Sözleşmesi (622), karşılıklı güven, adalet ve toplumsal çeşitlilik temelinde barışın kurulabileceğini ortaya koymuştur. Antik Yunan barışları (örneğin Nikias Barışı) ve Kallias Barışı (M.Ö. 449) ise savaş yorgunu toplumların diplomasiyle istikrar arayışının erken örneklerini oluşturmuştur. Bu tarihsel çizgi, modern dönemde Westphalia (1648) ile egemenlik ve müdahale-dışılık ilkeleri sayesinde uluslararası hukuk düzeninin temellerini atmış; Viyana Kongresi (1815) diplomasiyi kurumsallaştırırken, Briand–Kellogg Paktı (1928) savaşın meşruiyetini reddeden yeni bir uluslararası etik doğurmuştur. Ardından BM Şartı (1945) kuvvet kullanma yasağını ve insan haklarını küresel barışın merkezine yerleştirirken, Helsinki Nihai Senedi (1975) güvenlik, sınır dokunulmazlığı ve insan haklarını bir araya getirerek Soğuk Savaş’ta yumuşamayı sağlamıştır. Nihayet, Dayton (1995) ve Hayırlı Cuma Anlaşması (1998) gibi çağdaş örnekler, barışın yalnızca çatışmanın sonu değil, kurumsal güç paylaşımı, azınlık hakları ve toplumsal güvenliğin birlikte inşasıyla kalıcı hale gelebileceğini göstermiştir. Bu anlaşmaların katkısı iki katmandadır: (i) Şiddeti durduran düzenekler, (ii) işbirliği, haklar ve ekonomik bütünleşmeyi mümkün kılan normatif/kurumsal altyapı.

 

Toplumsal Barış Kapasitesi: Eğitim, Kalkınma, Haklar ve Kurumlar

 

Toplumsal barış kapasitesi, bir toplumun çatışmaları şiddete dönüşmeden yönetebilme, adaletsizlikleri azaltma ve kırılganlıkları onarma yeteneğini ifade eder. Bu kapasite, eğitim, hukuk, adalet gibi bir dizi stratejik faaliyet üzerine inşa edilir. Barış eğitimi, bireylere çatışma okuryazarlığı, empati, şiddetsiz iletişim, müzakere ve arabuluculuk becerileri kazandırarak etik, yurttaşlık ve medya okuryazarlığıyla bütünleşik bir öğrenme zemini oluşturur. İnsan hakları ve eşitlik, hukukun üstünlüğü, kapsayıcı temsil ve kamu hizmetlerine erişim aracılığıyla ayrımcılığın önüne geçerken; kadınlar, çocuklar, azınlıklar ve engelliler gibi hassas grupların hak güvencesini güçlendirir. Kapsayıcı kalkınma, işsizlik, yoksulluk ve bölgesel eşitsizlikleri azaltarak çatışmanın yapısal nedenlerine karşı pozitif barışı destekler. Hakikat, adalet ve onarım mekanizmaları —örneğin hakikat komisyonları, tazmin ve hafıza politikaları— geçmiş travmaları onararak toplumsal uzlaşmayı kalıcılaştırır. Güvenlik sektörü reformu (SSR) ile silahsızlanma, terhis ve yeniden entegrasyon (DDR) süreçleri, güvenliği sivilleştirip şiddet araçlarını denetim altına alır. Diyalog ve paydaş mimarlığı, sivil toplum, devlet ve özel sektör arasında sürdürülebilir ara yüzler oluşturarak yerel barış altyapılarını güçlendirir. Dijital çağda dayanıklılık, dezenformasyon, nefret söylemi ve dijital etik tehditlerine karşı koruyucu çerçeveler geliştirir. Bütün bu faaliyetler bütüncül biçimde, negatif barışın kırılganlığını azaltırken pozitif barışın dayanıklılığını artırır; böylece toplumsal huzurun kalıcı ve kapsayıcı bir niteliğe kavuşmasını sağlar.

 

Barışın Bazı zararları

 

Barış genellikle evrensel bir iyi olarak görülse de, tarihsel ve siyasal bağlamlar göstermiştir ki her barış adil değildir; bazen zorunluluktan ve bazen de yanlış temeller üzerine kurulan barış düzenleri, uzun vadede yeni adaletsizliklerin ve çatışmaların zeminini hazırlayabilir. Bu durumun en belirgin biçimi, adaletsiz statükonun “barış” adı altında korunmasıdır. Toplumsal eşitsizliklerin, siyasal dışlanmışlığın veya etnik ayrımcılığın bastırılarak “düzen”in sürdürülmesi, görünürde bir istikrar yaratsa da, bu istikrarın bedeli sessizlik, korku ve demokratik erozyondur. Böyle durumlarda muhalefetin bastırılması, eleştirinin kriminalize edilmesi ve statükonun kutsallaştırılması, barışın özündeki özgürlük ve adalet ruhunu yok eder. Bunun bir adım ötesinde, hegemonik barış olgusu ortaya çıkar: güçlü aktörlerin kendi çıkarlarını “barış” söylemiyle meşrulaştırması. Uluslararası düzeyde bu, güçlü devletlerin askeri veya ekonomik hegemonyasını “istikrar” kisvesi altında sürdürmesiyle; yerel düzeyde ise egemen sınıfların veya otoriter rejimlerin, halkın taleplerini bastırarak “sükûnet” üretmesiyle görünür olur. Böyle bir sükûnet, gerçekte sessiz bir adaletsizlik birikimidir — ve bu birikim, tarihsel olarak yeni çatışmaların tohumlarını taşır.

 

Bir diğer tehlike ise barış yanılsamasıdır. Toplum, “barış var, o hâlde her şey yolunda” düşüncesine saplandığında, insan hakları ihlalleri, yapısal yoksulluk veya ayrımcılık gibi sorunlar görünmez hale gelir. Bu tür sahte barış ortamları, toplumsal vicdanın körelmesine, duyarlılığın azalmasına ve ahlaki atalete neden olur. Dolayısıyla barışın kendisi değil, adaletsizlik ve dışlama üzerine kurulan barış biçimleri zararlıdır. Gerçek barış, daha önce de ifade edildiği gibi, yalnızca şiddetsiz bir durum değil, adaletin, eşitliğin ve katılımın güvence altına alındığı pozitif barış hâlidir. Çözüm, negatif barışın (çatışmasızlık ve güvenlik) sunduğu kısa vadeli faydayı, pozitif barışın (adalet, kapsayıcılık, özgürlük) normatif güvenceleriyle bütünleştirmektir. Ancak bu şekilde barış, sahte bir sükûnet değil, sürdürülebilir bir adalet düzenine dönüşebilir.

 

Barış, Hem Rasyonel, Hem İdeal İyilik

 

Faydacılık açısından barış, acı azaltma ve mutluluk artırma kapasitesi en yüksek toplumsal araçtır. Negatif barış, şiddetin durmasıyla derhâl fayda üretir; pozitif barış, adalet ve eşitlikle bu faydayı kalıcılaştırır ve yaygınlaştırır. Kur’an’ın “barış hayırlıdır” ve “Darü’s-Selâm’a – barış diyarına- çağrı” vurguları, barışın hem dünyevî hem uhrevî kıymetini teyit eder.

 

 

Tarihsel barış mimarileri, insanlığın hukuk, işbirliği ve hak altyapısını genişletmiş; filozoflar, dinî öğretiler ve modern barış araştırmaları, barışı bir uygarlık standardı hâline getirmiştir.

Şiddet içermeyen çatışma ve rekabetin inovasyon üzerindeki kimi ivmelendirici etkilerini teslim etmekle birlikte, bunun toplumsal maliyetleri ağır, fayda dağılımı dardır.

Bu nedenle akıl, ahlak ve iman aynı sonuca işaret eder: Barış, hem araç hem amaç olarak en rasyonel iyiliktir. Toplumsal barış kapasitesini barış eğitimi, insan hakları ve kapsayıcı kalkınma ile birlikte kuran toplumlar, yalnız çatışmadan kaçınmakla kalmaz; mutluluğu, refahı ve huzuru da çoğaltır.

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: