ALGININ İMPARATORLUĞU: GÖRÜNÜRLÜK UĞRUNA KAYBOLAN İNSANLIK
Artık her şey bir savaş alanı: fikirler, haberler, duygular, hatta acılar… Silahlar değişti. Mermiler yerine algılar, tanklar yerine trendler, generaller yerine psikologlar ve davranış mühendisleri var. Ve bu savaşta herkes gönüllü asker: telefon ekranının karşısında nöbette.
Bir zamanlar gazeteler gerçeği yazar, halk okurdu. Bugün ise gerçeği kimse aramıyor; çünkü herkes kendi hakikatini tasarlıyor. Bir “X” paylaşımı, birkaç saniyelik video ya da manipülatif bir başlık, milyonların öfkesini, sevgisini, hatta inancını yönlendirebiliyor. Algı yönetimi, artık sadece seçimlerin değil, vicdanların da kaderini belirliyor.
Gazze’de bir çocuk ağlarken, aynı anda dünyanın dört bir yanında ekranlara düşen o kare, milyonların içini bir anlığına burkuyor. Sonra biri paylaş tuşuna basıyor, diğeri “amin” yazıyor, bir diğeri de hikâyesine ekliyor. Ve herkes bir anda vicdanen rahatlıyor. O fotoğrafın altına bir dua, bir etiket, bir kalp koydular mı, sanki o çocuğun gözyaşını silmiş gibi hissediyorlar. Oysa hiçbir şey değişmiyor. Acı orada, kan orada, sessizlik hâlâ orada… Ama ekranın öte yanında herkes görevini yapmış gibi. Görmüştü, paylaşmıştı, o da eklemişti… Artık vicdanı rahattı.
Psikologlar, davranışsal analiz uzmanları, nöromarketing ekipleri… Hepsi birer modern çağ büyücüsü gibi egolarımızı çözümlemiş durumda. Biliyorlar: insan artık düşünmek istemiyor, sadece var olduğunu hissetmek istiyor. O yüzden her platform bir “ayna” gibi parlatıyor bizi — ama aslında içimizi boşaltarak.
Bir fotoğraf paylaşıyoruz, altına gelen kalp sayısıyla değerimizi ölçüyoruz. Bir cümle yazıyoruz, kaç kişi retweet etti diye kendimizi tartıyoruz. Bizi yöneten artık politikacılar değil; psikolojik stratejistler, veri analistleri ve algoritmalar.
Bugün bir habere inanmak için doğru olmasına gerek yok; yeter ki duygularımıza dokunsun. Yeter ki bizi bizden memnun etsin. İşte tam da bu yüzden “manipülasyon” artık kötü bir kelime değil — bir meslek haline geldi. Gerçeği çarpıtmak değil, hissettirerek yönlendirmek yeni başarı ölçütü. Sosyal medya platformları, “kamuoyu” değil, “ego-yolu” inşa etti. Ve bu yol, insanın kendi benliğini tükettiği en kalabalık yalnızlık hâline dönüştü.
Her şeyin “strateji”ye dönüştüğü bu çağda, en büyük kaybımız samimiyet oldu. Artık doğruyu aramak yerine, doğruymuş gibi görüneni alkışlıyoruz. Ama bir gün bu illüzyon çöktüğünde, ekranlar kararacak ve sessizlikte kendimizle kalacağız. O an şunu soracağız: “Beni ben yapan neydi? Gerçek düşüncelerim mi, yoksa bana gösterilenler mi?”
Belki o zaman, geç de olsa anlayacağız: Gerçeği korumak artık sadece bir erdem değil — insan kalmanın son şartı.
 
                 
            