AŞK VE İRFAN YOLCUSU: YUNUS EMRE

18 Eki 2025 - 22:02 YAYINLANMA

 

Efendim hayırlar feth olsun. Hepinizi muhabbetle selamlarım. Şimdi bir hususu düzelterek söze başlayın. Tarihimizde 13. asır olumsuzluklarla anılmaktadır. İşin aslına bakıldığında bütün zaman ve mekan Cenâb-ı Hakk'ın celâl ve cemâline sahnesi olagelmiştir. Mevcûdât, onun celâl ve cemâlini iç içe koyduğu vitrinidir. Biz içinde bulunduğumuz durumu idrâk edemediğimiz için Yûnus asrını olumsuzluklarla değerlendiriyoruz. İşin aslı öyle değil. Bugüne baktığımızda, bir ülkede savaşlar, yangınlar, depremler, satıcı, açlık ve kıtlık, diğer taraftan bolluk, bereket yahut israf da devam edip durmuyor mu?

Bir lokma ekmeğini bölüşenler, mürüvvetsiz beylerin adaletsizleri iki mali tecellî olarak dün de bugün de var. Hayat artısı ve eksisiyle devam edip durmaktadır. Dolayısıyla bu varlıklar ilahî bir siyaset sahnesidir ki burada cemâl ve celâl daima çatışacak ve fakat cemâl daima galip çıkar. Hak âriflerine düşen, bu çatışmanın üzerine yani yangına körükle gitmek değil, atan el ile tutan elin bir el olduğunu bilmek ve “ârif O'nu seyreler” hükmünce Hakk'ın güzel işlerini izlemek, O'nun güzel işlerine devam etmek.

Nitekim 17. asır âriflerinden Niyâzî-i Mısrî Efendi:

Hep celâlin perdesidir küfr ü isyândan murâd

Bahr-ı cûdun katresidir fazl u rahmetden garaz

der.

Biz “Küfür ve isyana sebep olan tecellinin ilâhî celâl olduğunu, bundan cemâl çıkarmamız değişimi durumumuz. Hâsılı, celâl, cemâlin görünürne perde olur durur. Ârifler o örtüyü görürler. Ne zaman? Tabii ki her zaman. Yûnus döneminde de bu böyledir. Bir önceki asır yahut sonraki asırlarda toz duman yok mu? Ne kadar çok. Ama o tozun dumanın her yıl gösteren eserlere bakınız. Diyarbekir'den Konya'ya; Erzurum'dan Sivas'a yapılan şu vakıf çalışmalarına bakınız.

Bunların pek çoğunun Selçuklu ve Beyliklerin içeriğine ait eserler olduğunu görürüz. Demek ki hayat ve mücadele de bir yandan devam etmiş ve devam etmektedir. Buradan nereye geleceğim? Yûnus ve Mevlânâ gibi zevâtın bu içinden çıkanların, tozun dumanın içinde yetiştikleri düşüncelerinin yanlışlığının geleceğim. Cenâb-ı Hak celâlin içinden cemâl ve kemâl zuhûr ettirir. Nitekim hep böyle olmuştur. Anadolu ve Rumeli erenleri sabrın meyveleridir. Ama onların yetişmelerini coğrafyadaki çileye ayırmak çok da doğru değil. Kaldı ki çile bütün dönemler vardır ve insanların çalışmalarının yegane sermayesidir.

Yûnus pek tabii olarak Kur'ân ve Resûlullah izinde yürüyen hâlis ve saf bir Müslüman, tasavvuf yoluyla hakikati gerçekleştirmiş bir muvahhittir. Peki bunları gerçekleştiren başka bir zat yok mudur o dönemde? Vardır elbette. Fakat onun farkı İslâmı ve İslâm irfânını ilk defa ana diliyle, Türkçeyle anlatan kişi olmasındadır.

O, İslâm'ın derinliğini, irfanî ve ledünnî sırrını ilk kez Oğuz Türkçesiyle anlatan bir ârif-i billah ile öncekilerden farklı konuştuğu gibi, sonraki gelenlerin de masdarı oldu. Nihayetinde Yûnus Batı Türkçesini edebî bir dil haline gelen bir Türk, sevgiyi ve bilgiyi öğrenen gâyesi haline getirmiş bir aşk ve gönül adamıdır. Daha özlü bir ifadeyle söyleyelim: İslâm'ın derinliği, Türkçenin inceliğidir Yûnus. Onun sözleri bu büyük coğrafyanın fethindeki anahtar kelimelerden ibarettir.

Anadolu, görünüşten Hakk'ın baktığı, dudağından Hakk'ın konuştuğu bu kâmillerle fethedilmiştir. Şu bir hakikattir ki fetih gönülde başlar. Yûnus'un kelameti, ağulu aşı yağı ile bal etmiş ve büyük bir coğrafyada insanlar tevhit sancağı altında ve Muhammed (A.S) sevgisinde zirveye çıkmıştır.

*** *** ***

Yûnus Batı'nın anladığı mânâda hümanist değildir. Onun sevgisi insanla sınırlandırılamaz. Hatta insanla birlikte tabiatla da sınırlandırılamaz. Kişinin vahdet ehli olması için “seni seviyorum!” “şunu, bunu seviyorum!” Bunların çok miktarda tutulması, Allah'ta olması gerekir. Sevgi Allah'a doğru seyredenlerin yani ikilik sahipleri işidir. Yûnus vahdet ehlidir. O, sevginin yani aşkın kendisidir. “Biz sevildik âşık olduk, sevildik maşûk olduk” diye tabir edilen yerde bile ikilik vardır. “Aşk imâmdır bize gönül cemaati/Kıblemiz dost yüzü daimdir salat” beytindeki salât-ı dâimûn’un esasını almak gerekir ki ikilik kalksın.

Yûnus hümanizminin çok ötesindedir, sevginin kendisidir. Ey Hak'tadır damarâm. Böyle beraberlik onu “izm”ler içinde değerlendiren ve bir Türk İslâm hümanisti veya felsefecisi olarak tanınan kişiler bu görüşlerinde ısrar etmektedir. Bunda bir sakatlık olmasıyla birlikte öyle düşünenler Yûnus'u sınırlandırdıkları için hareket noktaları doğru değil. Sonuçta vahdet ehli sen nereden bakarsan kendini oradan gösterir.

Evet, ne yazık ki Yûnus'un hayatı son henüzmiş beş sene içinde bazı eli kalem tutanlarca yalan yanlış değerlendirmelerle buraya çekilerek anlatıldı. Bunlar doğru değil. Eldeki mevcut bilgi ve belgeler alta getirilmeli ve yazılılar ne diyorsa, durum budur, denmelidir. Bendenizin yaptığı da budur esasen. Ancak bir kısım arkadaşların bazı bilgilerini içeren diğerlerini görmezlikten geldikleri bölge ve belde savaşlarını devam ettirmekte oldukları ki doğru değil. Bu değişimin sadece yaşadığı coğrafyayla ilgili değildir.

Onun düşünce sistemiyle ilgili iddialar yoğunlaştırılıyor. Yûnus sünnîdir, alevîdir yahut gibi iddialar değildir… Oysa ehl-i vahdet için bu iddilarda bulunmak ona noksanlık izafe etmektir. Sen Yûnus'u kendine çekeceğine onun makâmine yükselirsen daha doğru düşüncelere ulaşırsın.

Bendeniz Yûnus'la ilgili Külliyat'ımda bu hususları belgeleri değerlendirdim. Yûnus kimdir ortaya koydum. Fakat ortada dolaşan noksan bilgi ve değerlendirmelerin dedikodusuna hiç girmedim. Yûnus, artık insan yetiştirirken güncellenerek sistem dahil olmalı, izinden giden iki binden fazla Yûnus takipiyle birlikte terbiye sistemimizin içinde olmalıdır. Burada yapıplara, felsefecilere, sosyologlara, psikologlara, film ve dizilerle uğraşanlara görev düşmektedir. Benim tavsiyem budur.

Yûnus bir üslûp müessisidir. İlahî terbiye sonunda manevî tecrübelerini, anadili Batı Türkçesi ile ilk defa dile getiren kişi oldu. Bunlardan öncekiler mânâyı hem Farsça hem de Arapça konuşup, hem de mecâzlar kullanarak gizlediler. O, ilk kez kendi evinde, dergâhında, sokağında, çarşı ve pazarlarında konuşulan dil ile hakikati anlattı. Konuşma dilinde bir hakikat dili haline getirildi, sıradan kelimelere mânâ elbisesi giydirdi.

O'nunla Kelimeler semavîleşti, O'nunla derinleşti. Yûnus, “Baba Tapduk mânâsı” olarak adlandırdığı, “Senin sözlerinin mânâdır bilenlere” diye tabir ettiği bu dili gezdiği büyük coğrafyaya taşındı. Bizâtihi kendisi “Söyleyeler değişiyor devr-i zamân içinde” dedi ki hakikaten öyle oldu ve buyurduğunuz gibi onun dili Anadolu'dan Azerbaycan'a ve Balkanlara, bugün için söylersek bütün insanlığın kulağına değdi. Yûnus'un izniyle bu dil Mısrî Efendi'nin “Niyâzî'nin dilinden Yûnus duruyor” diye buyurduğu gibi onun izine basanlar tarafından el'an'ın hareket etmeye devam ediyor. Bugün Yûnus dili deyince sadece yazıya geçirilmiş sözler de anlaşılmamalıdır. Resim, müzik ve sinema da bir dildir.

Günümüzün Yûnusları artık bu deryalarda da yüzmekte ve bu dili çağın bilinciyle bağışlamaktadırlar. Yûnusça sadece bir dil değil, bir yaşama biçimi, bir davranıştır esasında. Anam ve ninem rahmetli, sahip olduğunuz Yûnus kültürünün canlı bir örneğiydi. Dağlar ile taşlar ile Mevlâ'sını çağıran Yûnus'la, ocağa odun atmadan içinde müdahale ve sair böcek varsa yanmasın diye silkeleyen ninemin, sofraya oturmadan evin kedisinin karnını doyuran anamın çalışması arasında bir üslûp benzerliği yok mudur? İşte Yûnus bu milleti daha tercihli kulaktan beslenmiş, fakat onun sözleri kulakta kalmamış gönülden inmiştir.

“Yûnus mektebi” sadece ehlullahın şiirini söyleyerek devam edenin sınırı olan bir mektepin sizin anlayacağınız olmadığını söylüyor. Onun sözleri ilahî olduğu için sacede sözel bir etkiyle sınırlanmamış, davranışlara dönüşmüştür.

 

Son sözü de Yûnus'a söyletelim:

Gelin hey dertliler gelün bu derdimden siz de alın

Dertli bilir dertli hâlin ya dertsizler bunda n'eyler

Yûnus'un derdinden nasiplenmek dileğiyle aşk u niyâz ederim efendim.

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: