KÜRESEL KRİZLER VE İYİLİK EKONOMİSİ
Küresel krizlerin arttığı, savaşların ve afetlerin artık sıradanlaştığı bir çağın içindeyiz. Gazze’de bombalar yağarken, Ukrayna’da sirenler çalarken, okyanusların dibinde canlılar sessizce ölürken, ekranlarımızda yalnızca “bir haber” daha geçiyor. Oysa her krizin, sadece coğrafyaları değil, vicdanları da sarstığı bir çağ bu. İnsanlık büyük bir imtihandan geçiyor: Refahın içinde kaybolanların, yoksulluğun sesine sağırlaştığı bir imtihan bu.
Bugün dünya, üretim ve tüketim dengesini kaybetmiş durumda. Ekonomiler büyüyor ama insan küçülüyor. Teknoloji gelişiyor ama merhamet geri kalıyor. Her şeyin fiyatı var, fakat hiçbir şeyin değeri kalmamış gibi. “İyilik ekonomisi” kavramı tam da bu noktada yeniden hatırlanmalı. Çünkü ekonomi sadece rakamlar, borsalar ve sermaye akışları değildir; aynı zamanda bir ahlâk meselesidir.
İyilik ekonomisi, kârın değil, faydanın öncelendiği bir anlayıştır. İnsan emeğini sömürmeden büyümeyi, çevreyi kirletmeden üretmeyi, rekabeti düşmanlık değil gelişim aracı olarak görmeyi gerektirir. Kurumların bilançolarında “vicdan payı” diye bir satır olmalı; çünkü artık dünyayı sürdürebilmek sadece kaynak değil, karakter meselesidir.
Kapitalizmin çarkları arasında öğütülen değerlerin yeniden inşası, yeni bir ekonomik paradigma ister. Bu paradigma, “ben” yerine “biz” diyenlerin; kazancını paylaşmayı, bilgisini çoğaltmayı, insana yatırım yapmayı bilenlerin ellerinde şekillenecektir. Her kriz, bir uyanış fırsatıdır. Eğer insanlık, çıkarın yerine vicdanı koyabilirse, geleceğin ekonomisi yalnızca büyüme değil, iyileşme üzerine kurulabilir.
Dünyayı kurtaracak olan teknoloji değil; adalet, paylaşma ve merhamet duygusudur. Çünkü ekonominin en büyük sermayesi hâlâ insandır. Ve insanın içinde iyilik varsa, hiçbir kriz kalıcı değildir.
 
                 
            