ŞUŞA BEYANNAMESİ VE TÜRK DÜNYASINDA GÜVENLİK ALANI
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Avrasya jeopolitiği, güç merkezlerinin yeniden tanımlandığı çok kutuplu bir döneme girilmiştir. Bu süreçte bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri, bölgesel denklemin yeni aktörleri olarak ortaya çıkmıştır. 1992’de gerçekleştirilen Ankara Zirvesi ile temelleri atılan Türk dünyası iş birliği süreci, 2009’da imzalanan Nahçıvan Anlaşması ile kurumsal bir yapıya kavuşmuş; nihayet 2021’deki İstanbul Zirvesi ile Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) adı altında yeni bir stratejik kimliğe bürünmüştür. Bu dönüşüm, başlangıçta benimsenen ortak dil ve kültür eksenli bir dayanışma girişiminden öteye geçerek, üye ülkeler arasında güvenlik, savunma ve stratejik özerklik boyutlarını da kapsayan çok boyutlu bir entegrasyon sürecine evirilmiştir. Böylece TDT, kültürel bir platformdan çıkarak jeopolitik yönelim ve kolektif güvenlik vizyonu taşıyan bölgesel bir aktör niteliği kazanmıştır.
Tehdit Algıları ve İşbirliği Motivasyonları
TDT üyesi ülkelerin güvenlik politikaları, büyük ölçüde benzer tehdit algılarına dayanmaktadır. Söz konusu tehdit alanları şöyle gösterebiliriz:
Tehdit Alanı
Ortak Algı / Motivasyon
Terörizm ve aşırıcılık
Afganistan çıkışlı tehditlerin Orta Asya’ya sızma riski
Ayrılıkçılık ve sınır güvenliği
Etnik-bölgesel istikrarsızlık (Fergana, Karabağ vb.)
Enerji ve koridor güvenliği
Orta Koridor, TANAP, BTK hattı üzerinde sabotaj riski
Büyük güç rekabeti
Rusya ve Çin baskısına karşı stratejik özerklik arayışı
Bu tablo, Türk dünyasında “ortak güvenlik alanı” kavramının teorik temelini oluşturduğunu söylemek mümkündür. 2020 Karabağ Savaşı’nın ardından Azerbaycan-Türkiye arasında imzalanan Şuşa Beyannamesi, Türk devletleri arasında askeri entegrasyonun öncül belgesi olarak tarihte yerini almıştır. Zira, Şuşa Beyannamesi, TDT’nin güvenlik boyutunu fiilen başlatan stratejik bir dönüm noktası olmuştur. Bu Belge Türkiye–Azerbaycan müttefikliğini kurumsal temele oturtarak, Türk dünyasında ortak savunma ve güvenlik doktrininin zeminini oluşturmuştur. Dolayısıyla bu belgeyi, TDT’nin kültürel birlikten jeopolitik ve askerî işbirliği eksenine geçişinin sembolü olarak yorumlamak mümkündür.
Türk Dünyasında Ortak Güvenlik Doktrininin Doğuşu
Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrasya jeopolitiği yeniden şekillenirken, Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarıyla birlikte bölgesel güvenlik denklemine yeni bir aktör tipi kazandırmıştır. Bu devletler, ortak tarih ve kimliğin yanı sıra, giderek kesişen güvenlik çıkarlarıyla birbirine yaklaşmaya başlamıştır. TDT çatısı altında olgunlaşan bu süreç, 2020’deki İkinci Karabağ Savaşı ile sahada ilk kez somutlaşmıştır. Bu savaş, sadece Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü yeniden sağlamakla kalmamış, aynı zamanda Türk dünyasının ortak savunma refleksini fiilen test etmesiyle de tarihsel bir kırılma yaratmıştır. Türkiye’nin askeri danışmanlığı, istihbarat desteği ve teknoloji transferi, iki ordu arasında eşgüdümün ne ölçüde geliştiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Türkiye’nin İHA-SİHA teknolojilerinde kazandığı deneyim, Azerbaycan savaş tecrübesiyle birleşerek “Türk Savunma Sanayii Ekosistemi”nin çekirdeğini oluşturmuştur. Kazakistan ve Özbekistan, bu teknolojileri kendi ulusal savunma sistemlerine entegre etmekte ve ortak üretim anlaşmaları gündeme gelmektedirler.
Türkiye ile Azerbaycan arasında sahadaki deneyim, 15 Haziran 2021’de imzalanan Şuşa Beyannamesi ile kurumsal kimliğe kavuşmuştur. Beyanname, Türkiye ve Azerbaycan’ı yalnızca stratejik ortak değil, “müttefik” olarak ilan etmiştir. Metin; ortak tatbikat, savunma sanayii üretimi, istihbarat paylaşımı ve savunma eğitimi gibi alanlarda somut yükümlülükler getirerek, iki ülke arasındaki güvenlik ilişkisinin kapsamını hukuki düzeye taşımıştır. Beyanname, bu yönüyle Türk Dünyası’nda yeni bir dönemin kapısını aralamış, ilişkiler sadece kültürel dayanışmayı aşarak; stratejik özerklik, savunma entegrasyonu ve caydırıcılık inşasında işbirliği düzeyine çıkmıştır. Bu nedende Beyannameyi, gelecekte TDT üyesi diğer ülkelerin katılımıyla genişleyebilecek Türk Dünyası Güvenlik Doktrini’nin ilk yapı taşı olarak değerlendirilmek mümkündür.
Bugün TDT üyeleri, ortak tehdit algılarına ve benzer güvenlik kaygılarına sahip olduğunu söylemek mümkündür. Enerji hatlarının güvenliği, sınır aşan terör tehdidi, siber saldırılar ve büyük güç rekabetinin baskısı, tüm Türk devletlerini ortak savunma zeminine yöneltmektedir. Türkiye’nin savunma sanayi tecrübesi ve Azerbaycan’ın savaş pratiği, bu çerçevede tamamlayıcı iki unsur olarak öne çıkmaktadır.
Şuşa Beyannamesi, yalnızca iki ülke arasında bir dayanışma metninden ibaret olmayıp, Türk dünyasının güvenlik dilini yeniden tanımlayan stratejik bir manifestosu olarak ifade etmek mümkündür. Bu belgeyle birlikte, Türk devletleri arasındaki ilişkiler kültürel kardeşlikten çıkıp jeopolitik ortaklığa, sembolik birlikten gerçek savunma işbirliğine dönüşmüştür. Bugün Bakü’den Ankara’ya, Taşkent’ten Bişkek’e kadar uzanan siyasi söylemin merkezinde şu soru vardır: “Türk Dünyası kendi güvenlik mimarisini kurabilir mi?” Şuşa Beyannamesi bu soruya tarihsel bir yanıt veriyor: Evet, artık hem irade hem zemin hazırdır.
TDT Çerçevesinde Güvenlik Boyutu
TDT’nin resmi amaçları arasında “uluslararası barış ve güvenliğe katkı sağlamak” ifadesi bulunsa da örgütün kuruluş döneminde güvenlik mekanizmaları doğrudan tanımlanmamıştır. 2022 Semerkant Zirvesi’nde ilk kez “savunma sanayii ve askeri eğitim alanında işbirliği” ifadesi Zirve Bildirgesi’ne girmiştir. 2025 Gebele Zirvesinde ise, TDT’nin tarihinde güvenlik ve askerî işbirliğinin açık biçimde öne çıktığı bir dönüm noktası olmuştur. “Bölgesel Barış ve Güvenlik” teması altında toplanan liderler, ilk kez ortak askerî tatbikat önerisini resmi gündeme alarak, kültürel ve ekonomik temelli birliktelikten stratejik-savunma temelli bir entegrasyona geçişin sinyalini vermişlerdir. Zirve bildirgesinde terörle mücadele, sınır güvenliği, siber savunma ve savunma sanayii işbirliği gibi konular öncelikli başlıklar hâline gelirken, Azerbaycan’ın önerisiyle Türk orduları arasında operasyonel eşgüdüm ve karşılıklı caydırıcılık fikri tartışılmıştır. Böylece Gebele, Türk dünyasının sadece ortak kimliğini değil, aynı zamanda ortak güvenlik mimarisini inşa etme iradesinin somutlaştığı zirve olarak kayda geçti.
Yukarıda ifade edildiği üzere, Şuşa Beyannamesi, Türk dünyasının askeri işbirliği açısından mihenk taşı olmuştur. Belge, şu hedefleri belirlenmektedir:
- Ortak tatbikat ve eğitim programlarının artırılması,
- Savunma sanayii üretimi ve teknoloji transferi,
- Silahlı kuvvetlerin karşılıklı konuşlandırılması ve koordinasyonu.
Bu model, diğer Türk Cumhuriyetleri için örnek teşkil etmektedir. Bununla birlikte Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın Rusya merkezli Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO) üyeliği nedeniyle temkinli bir yaklaşım sürdürülmektedir.
Türk Dünyası Güvenlik Mimarisinin Temelleri
Fırsatlar
Ortak Savunma Sanayii Ekosistemi: Ortak Savunma Sanayii Ekosistemi kapsamında TDT, Türkiye’nin liderliğinde çok merkezli bir üretim ağına dönüşebilir. Bu modelde, teknoloji ve Ar-Ge geliştirme merkezi Türkiye’de, mühimmat üretimi ve bakım altyapısı Azerbaycan–Kazakistan–Özbekistan üçgeninde, lojistik destek ve eğitim üssü ise Kırgızistan–Türkmenistan hattında konumlandırılarak, Türk dünyasının savunma kapasitesi bütüncül ve tamamlayıcı bir yapıya kavuşturulabilir.
Koridor ve Enerji Güvenliği: Orta Koridor, Zengezur ve TANAP-BTK hatları, sadece ekonomi değil güvenlik meselesi de olduğu göz önünde bulundurularak TDT ülkeleri, bu hatların korunmasında “Ortak Güvenlik Devriyeleri” kurabilir; siber güvenlik ve enerji altyapısı koruma protokolleri geliştirebilir.
Ortak Tatbikat ve Eğitim Programları: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Uluslararası Askeri Eğitim İşbirliği” programı genişletilerek TDT Akademisi kurulabilir. Bu kurum, Türkçe komuta dili ile eğitim verecek bölgesel savunma akademisi işlevi görebilir.
Zorluklar ve Kısıtlar
Farklı Güvenlik İttifakları : Türkiye NATO üyesiyken, Kazakistan ve Kırgızistan CSTO üyesidir. Bu farklılık, tam bir ortak savunma mekanizmasının önündeki başlıca engeldir. Ayrıca bazı üyeler, Moskova’nın tepkisini çekmemek için TDT’nin askerî yönünü “teknik işbirliği” düzeyinde tutmak istemektedir.
Kapasite ve Kaynak Eşitsizlikleri: Savunma bütçeleri arasında ciddi farklılıklar söz konusudur. Türkiye’nin yıllık savunma harcaması yaklaşık 40 milyar USD, Azerbaycan’ın 3 milyar USD, Kazakistan’ın 1,7 milyar USD civarındadır. Bu dengesizlik, ortak projelerin finansmanını zorlaştırmaktadır.
Dış Aktörlerin Etkisi: Rusya, Türk dünyasında gelişen askerî işbirliğini kendi geleneksel nüfuz alanına yönelik bir meydan okuma olarak algılamaktadır. Moskova açısından bu tür girişimler, eski Sovyet coğrafyasında “alternatif bir güvenlik kutbu” oluşturma riski taşır. Buna karşılık Çin, Orta Asya’daki etkisini askerî değil ekonomik araçlarla sürdürmeyi tercih eder; bölge ülkelerinin kendisine olan ekonomik bağımlılığını koruyarak denge sağlamaya çalışır. ABD ve Avrupa Birliği ise Türk Devletleri arasındaki bu yakınlaşmayı Rusya ve Çin’e karşı dengeleyici bir unsur olarak görmektedir. Bununla birlikte, ancak Batı’nın bölgeye ilgisi dönemsel ve istikrarsız olduğu için bu destek genellikle sürekli bir stratejiye dönüştüğünü söylemek mümkün değildir.
Sonuç olarak, TDT, ekonomik ve kültürel bütünleşmeden sonra askerî ve güvenlik boyutunu kurumsallaştırma eşiğine geldiğini söylemek mümkündür. Türkiye-Azerbaycan hattında başarıyla uygulanan entegrasyon modeli, Türkistan’a taşınabilmesi halinde Türk Dünyası kendi savunma özerkliği tesis edilmesi mümkündür. Bunun için öncelikle üç temel ilke benimsenmesi gerekir. Bunlar: Eşit ortaklık ve karşılıklı güven, savunma sanayii üzerinden sürdürülebilir kurumsallaşma, büyük güç rekabetinde denge-politik özerkliktir. Bunun sağlanması halinde Türk dünyasının askerî güvenlik vizyonu, 2040 Türk Dünyası Vizyonu’nda öngörülen “Barışçı, dayanışmacı, özerk bir Avrasya aktörü” olma hedefinin temel sütunlarından biri hâline gelecektir.