TÜRK DİLİ AİLESİ GÜNÜ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
3 Kasım 2025 tarihinde Özbekistan’ın kadim şehri Semerkant gerçekleştirilen UNESCO’nun 43. Genel Konferansı’nda alınan kararla 15 Aralık tarihi “Dünya Türk Dili Ailesi Günü” olarak ilan edilmiştir. Türk dilinin tarihî gücünü sembolik olsa da vurgulayan bu karar, Türk Devletlerinin diplomatik bir başarısı olmasının yanı sıra Türk dillerinin kadim medeniyet mirasının evrensel bir değer olarak tescillenmesi anlamına da gelmektedir. Bilindiği üzere, dil, bir toplumun yalnızca iletişim ihtiyacını karşılayan teknik bir araç olmayıp, tarihsel hafızayı taşıyan, kültürel sürekliliği sağlayan ve kolektif kimliği inşa eden temel bir toplumsal kurumdur. Bireylerin dünyayı algılama biçimi, değer yargıları ve düşünce kalıpları büyük ölçüde dil aracılığıyla şekillenir. Bu yönüyle dil, kültürün hem taşıyıcısı hem de yeniden üreticisidir. Aynı zamanda dil, siyasal meşruiyetin, hukuki düzenin ve toplumsal bütünleşmenin kurulmasında merkezi bir rol oynar. Tarihsel ve coğrafi koşullar değişse dahi dilin korunması ve geliştirilmesi, bir toplumun varlığını sürdürmesi, ortak hafızasını canlı tutması ve geleceğe yönelik kurumsal kapasite inşa edebilmesi açısından vazgeçilmez bir önem taşımaktadır.
Geniş bir coğrafyada ve kadim Türk halkalarının farklı lehçelerde kullandıkları Türkçe, dünyada en yaygın olarak kullanılan diller arasında yer almaktadır. O nedenle 15 Aralık tarihinde kutlanan Türk Dili Ailesi Günü, bir dil ailesinin sembolik olarak anılmasının ötesinde, Türk tarihinin sürekliliği ile Türk coğrafyasının genişliği içerisinde şekillenen ortak kültürel ve medeniyet birikimini, analitik bir çerçevede yeniden değerlendirmeyi gerekli kılan anlamlı bir farkındalık alanı sunmaktadır. Asya bozkırlarından başlayarak Orta Asya, Kafkasya, Anadolu, Balkanlar ve Sibirya’ya uzanan tarihsel süreçte Türk dili, farklı siyasal teşekküller ve toplumsal yapılar arasında süreklilik arz eden temel bağlayıcı unsur olmuştur. Orhun Yazıtları’ndan Karahanlı metinlerine, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin yazılı kaynaklarından modern Türk cumhuriyetlerinin resmî dillerine uzanan çizgi, Türk dilinin devlet geleneği, hukuk düzeni ve kültürel üretim açısından kurucu bir rol üstlendiğini ortaya koymaktadır.
Türk dili, Türk tarihinin her safhasında ve Türk coğrafyasının her katmanında izlenebilen kolektif bir hafıza alanı niteliğindedir. Hun, Göktürk ve Uygur dönemlerinden itibaren dil, siyasi yapıların değişkenliğine rağmen ortak bir düşünme biçimini muhafaza etmiş, göçebe-bozkır kültüründen yerleşik şehir medeniyetlerine geçiş sürecinde yapısal esnekliği sayesinde kendini yeniden üretebilmiştir. Eklemeli dil yapısı, ses uyumu ve türetme kabiliyeti, Türk dilinin destanlardan kitabelere, vakfiyelerden edebî metinlere kadar geniş bir kültürel mirası bütüncül bir dil mantığı içerisinde taşımasını mümkün kılmıştır.
Türk dili ailesinin günümüzde Orta Asya bozkırlarından Anadolu’ya, Hazar havzasından Volga-Ural bölgesine ve Doğu Türkistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada varlığını sürdürmesi, tarihsel birlikteliğin dilsel izdüşümü olarak değerlendirilmelidir. Lehçe ve şive çeşitliliği, bu geniş yayılımın doğal bir sonucu olmakla birlikte, karşılıklı anlaşılabilirliğin büyük ölçüde korunmuş olması ortak kök ve yapı bilincinin devam ettiğini göstermektedir. Bu bağlamda Türk Dili Ailesi Günü, söz konusu dilsel çeşitliliğin dağınık bir görünüm arz etmesinden ziyade, ortak terminoloji, eğitim dili ve bilimsel üretim alanlarında eşgüdüm sağlanması gerekliliğini gündeme taşımaktadır.
Türk tarihi ve Türk coğrafyası arasındaki etkileşim, dilin taşıyıcı rolünü daha da belirgin hâle getirmektedir. İpek Yolu güzergâhları boyunca gelişen ticaret ağları, kültürel etkileşim ve şehirleşme süreçleri, Türk dilinin doğu-batı ve kuzey-güney eksenlerinde yayılımını hızlandırmıştır. Anadolu’nun Türk yurdu hâline gelmesi sürecinde dil, yalnızca siyasî hâkimiyetin değil, iskân politikalarının ve kültürel inşanın da temel aracı olmuştur. Benzer biçimde, modern dönemde sınırlarla parçalanan Türk coğrafyasında dil, tarihsel sürekliliği muhafaza eden en dirençli unsur olarak varlığını sürdürmüş ve ortak kimlik bilincinin korunmasına katkı sağlamıştır.
Türk dili, tarih boyunca Türk halklarını ortak bir inanç, değer ve anlam dünyasında buluşturan en güçlü birleştirici unsurlardan biri olmuştur. Bu birleştirici rol, özellikle tasavvuf ve irfan geleneğinde dilin bilinçli ve kapsayıcı kullanımında somutlaşmaktadır. Hoca Ahmet Yesevî, Türkistan sahasında Türkçeyi hikmet dili hâline getirerek “şeriat–tarikat–hakikat” anlayışını halkın idrakine açmış, kendisine atfedilen “Şeriatsız tarikat olmaz” sözüyle dilin öğretici ve düzen kurucu işlevini öne çıkarmıştır. Anadolu’da Yunus Emre, Türkçeyi evrensel bir gönül dili seviyesine taşıyarak “Sevelim, sevilelim; dünya kimseye kalmaz” mısraıyla insanları dil üzerinden ortak bir ahlak ve sevgi zemini etrafında birleştirmiştir. Hacı Bektaş Veli ise Türkçeyi toplumsal barış ve birlik fikrinin taşıyıcısı olarak kullanmış; ona atfedilen “İncinsen de incitme” vecizesiyle dili, ayrıştıran değil birleştiren bir hikmet aracı hâline getirmiştir. Bu irfan öncüleri üzerinden şekillenen gelenek, Türk dilinin farklı coğrafyalarda yaşayan Türk halklarını manevi, kültürel ve düşünsel bir bütünlük içinde buluşturan asli bir medeniyet unsuru olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.