ÜÇ GÜZEL İNSAN
Hasan, on yıl önce geçirmiş olduğu bir trafik kazasında omurilik zedelenmesi sonucu kısmi olarak felç olmuş, belden aşağısı tutmuyordu. Aklı başında, ayaklarını kullanamasa bile ellerini kullanabiliyordu. Felçli bir genç olarak yatağında bir taraftan bir tarafa dönemediği, hiçbir ihtiyacını karşılayamadığı zamanlarda hep evden dışarı çıkmayı, sağlıklı insanlar gibi çalışıp hiç kimseye muhtaç olmadan hayatını devam ettirmeyi çok istiyordu. Felçli haliyle birçok iş başvurusu yapmasına rağmen iletişim numarası alan iş yerlerinin hiç birinden dönüş olmadı. Buna rağmen yılmadan mücadeleye devam etti. Yakınlarının da desteğiyle bir akülü engelli arabası aldı. Bununla sokak sokak dolaşıp çöp konteynırlarından ulaşabildiği kağıt ve plastikleri topluyor, bununla ailesinin geçimine katkı sağlamaya çalışıyordu.
Soğuk bir kış gününde yine şehrin tamirhane ve oto yedek parçacılarının çok olduğu bir caddede ve caddeye bağlanan sağlı sollu sokaklarda akülü arabasıyla gezinmeye başladı. Yağan yağmura aldırmadan, arabasından inmeden konteynırlardan kağıt ve plastik toplamaya başladı. Havanın kararmasına kadar engelli arabasının arkasına bağladığı çuvalını dolduramadı.
Cemile’nin, daha ilkokul dördüncü sınıftayken anne ve babası ayrılmış, annesi başka bir erkekle, babası da başka bir kadınla evlenmişti. Cemile bazen annesinin yanında, bazen babasının yanında kalıyordu. Zaman zaman annesi ve babasının, ‘’çocuğu ne zaman alacaksın, yeter artık al şunu başımdan’’ diyerek telefonda tartışmalarına şahit oluyordu. Annesinin yanında üvey baba, babasının yanında üvey annenin şiddete varan davranışlarına dayanamayıp kendi başına yaşamaya karar verdi. O da sırtına bir çuval alıp hiç tanımadığı Hasan gibi çöplerden kağıt ve plastik toplayarak hayatını sürdürmeye başladı. Üstündeki eski ve kirli montu, elinin ve yüzünün adeta tamirci çırağını andırması yirmili yaşların genç kız görünümünü biraz saklayabiliyordu sadece.
Yine o yağmurlu kış akşamında sırtındaki çuvalı dolduramamış, dalgın dalgın, alt mahalledeki bir gecekondunun giriş katındaki dükkandan bozma evinin yolunu tutmuştu. Cadde üzerinde ilerlerken Hasan’la karşılaştı. Onu durdurup hal hatır sorduktan sonra sırtındaki çuvalı Hasan’ın çuvalının içine tıktı. Avucunda sıkıca tuttuğu paraları da Hasan’ın eline tutuşturdu. Hasan, çöplerden kirlenen iki elini bir hilal gibi gökyüzüne açarak, ‘’Allah’ım sana sonsuz hamd ve senalar olsun’’ diyerek yoluna devam etti.
Bu karşılaşma tam da mobilya dükkanının önünde oluyordu. Olanları merakla mağazanın içinden izleyen Hüseyin Bey olan bitene bir türlü anlam veremedi. Önce onları kardeş zannetti. Ancak Hasan’ın iki elini birden açıp dua etmesinden karşılaşmanın tamamen tesadüf olduğunu ve birbirlerini tanımadıklarını anladı. Hüseyin Bey hızlı bir şekilde dışarı çıkarak olayın şokuyla Cemile’ye:
-‘’Ne yaptın sen’’ diyebildi sadece.
Cemile hiç düşünmeden:
-‘’Amca onun eli ayağı tutmuyor. Çok şükür benim elim ayağım tutuyor.’’ Diye cevap verdi. Hüseyin Bey olayın şokunu atlatamadan bir de aldığı cevap karşısında ne yapacağını şaşırarak o da ellerini semaya açıp ‘’ Sübhanallah’’ diyebildi sadece. Kendini birkaç saniyede toparlayıp elini cebine attı. Avucuna sığdırabildiği kadar parayı Cemile’ye uzattı. Cemile de Hüseyin Bey’in bu hareketine şaşırarak iki elini semaya açıp ‘’ Ya Rabbi sana sonsuz şükürler olsun’’ deyip başını sağa sola sallayarak yoluna devam etti.
Öncelikle şunu belirteyim ki bu gözlemlenmiş bir hadisedir. Olayda geçen kahramanlar gerçek ancak isimler Hüseyin Bey hariç bana aittir. İsimleri anlamlarını bilerek seçtim.
Hasan: Güzel, iyi, yakışıklı, düzgün;
Hüseyin: Küçük güzel, küçük iyi; “Hasan” isminin küçültülmüş hâli
Cemile: Güzel, hoş, alımlı, zarif.
İşte başlıktaki üç güzel insan bunlar. Çağımızın sahte, sentetik ve geçici olan güzellik anlayışı yerine hayata bakış açınız ve ahlakınız güzel olsun. Niyetiniz, samimiyetiniz güzel olsun. İşinizin gereği olarak eliniz kirli, yüzünüz kirli, elbiseniz kirli olabilir ama duygularınız, düşünceleriniz ve davranışlarınız temiz olsun. İşte o zaman gerçek güzelliğe sahip olacaksınız.